07 Ağustos 2024 02:12

Yükselen sağ pandemisinden nasıl çıkacağız?

Sermaye gruplarınca yönetilen ülkelerde sermayenin devlet eliyle örgütlediği sağcı, gerici, faşist uygulamalar ve yaratılan baskı ortamı sınıflar üstü değil tam aksine doğrudan sınıfsal bir durumdur.

Fotoğraf: Pexels

Paylaş

Ceren DAYIOĞLU

ODTÜ

 

Tarihte tüm ülkelerin tekelleri; emperyalist paylaşım ve sömürü düzeninin devamlılığı ve mevcut konumlarını koruyabilmek için bu düzene karşı tehdit teşkil eden işçi sınıfının fikir ve taleplerinin bastırılmasını hükümetlerinden talep etmiştir. Sömürü koşulları ağırlaştıkça toplumsal zenginliği emeğiyle üreten işçi sınıfı bu düzen karşısında hak ve talep mücadelesini çeşitli şekillerde her zaman ortaya koymuş ve kapitalistler için tehdit oluşturmuştur. Sermayenin işbirlikçisi ve düzen içi garantörü olan devletler, tekellerin “barışçıl sömürüsünü” gerekli seviyede devam ettirebilmesi için militarizm, ırkçılık gibi aygıtları kullanmaktan ve faşist uygulamalardan geri durmamışlardır. 

İktidarda tekeller var olduğu sürece sınıfsal çelişkiler ve krizler her zaman olmuştur. Çelişkilerin derinleşerek dengelerin işçi sınıfının lehine değişmeye başladığı anlardaysa devletler sınıf mücadelelerini kontrol ve baskı altında tutmak için sermayenin safında yer almışlardır. Bugüne ve yakın tarihe baktığımızda da emperyalist paylaşımlardan doğan çelişkilerin giderek derinleştiği, krizlerin birbiri ardınca geldiği, gıda enflasyonu ve açlığın zirveye ulaştığı, halkların yoksullaşarak savaşlar ortasında kaldığı ve insanların göçe zorlanarak yersizleştirildiği bir tabloyla karşılaşıyoruz.

Tüm bu objektif koşullar kaçınılmaz olarak neoliberalizmin refah vaatlerinden nasibini alarak hak kayıpları ve terk edilmişliğe uğrayan proleterya içinde birikmekte olan öfkeyi büyütüyor. Koşullar böyleyken Türkiye’de de dahil olmak üzere küreselde yaygınlaşan ve kendini çeşitli kanallarla yeniden üreterek etki sahasını artıran sağ akımların, milliyetçilik ve şovenizmin yükselişe geçmesi bir tesadüf değildir. Yoksullaşan halkların içinde hızla biriken öfkenin sorunun asıl kaynağına yönelerek pratikte başarılı bir karşılık bulmadan sönümlenmesi için her türden gerici akım devlet eliyle örgütleniyor.

EGEMEN İDEOLOJİLERİN SEMBOLİZMİ

Toplumun geniş kesimlerinde karşılık bulan mülteci düşmanlığı, biyolojik ırkçılığın “popülerliğini yitirmesiyle” kültürel bir karşıtlık olarak kendine daha “makul” yeni bir form buluyor ve mültecilerin ülkeden gönderilmesinin yukarıda saydığımız sorunların çözümü olduğu düşüncesi yaygınlaşıyor. “Ülkemde mülteci istemiyorum”, “Bu misafirlik fazla uzadı” gibi söylemlerle halk içinde nüfuzunu artıran sözde haklı ve zararsız milliyetçilik, yok pahasına ucuz iş gücü olarak köle gibi çalıştırılan göçmenlerin ev, dükkân ve araçlarının ateşe verilmesinin taşlarını döşüyor. Ülkeler arası futbol maçında sergilenen, Türk milliyetçiliğinin, katliamların sembolü olan bozkurt işareti bir anda “binlerce yıllık Türklük sembolü” olarak kitlelere kazandırılmaya çalışılan, faşizmin bir aparatı olarak kullandığı bir sembol olarak kullanılmasının üzerinden teyit geçerek şoven kışkırtmaların, ırkçı saldırıların, şiddetin ve nefret söylemlerinin körükleyiciliğine rıza üreten bir meşruiyet zemini hazırlıyor.

Egemen ideoloji; milliyetçilik, mülteci düşmanlığı, kadın ve LGBTİ düşmanlığını bulduğu her kanaldan körükleyerek kendini yeniden üretirken faşist uygulamalar adım adım hayata geçiriliyor; dinci-gerici politikaların en karanlık yüzü tüm halklara dayatılıyor, temsili burjuva demokratik kazanımlar dahi yok ediliyor, işçi ve emekçilerin türlü ekonomik ve sosyal kazanımları gaspa uğruyor. Emperyalistlerin dünyayı paylaşım kavgası giderek tırmanırken devletlerin savaş harcamaları astronomik şekilde artıyor ve bunun ideolojik destekçisi olan militarizm, yükselen milliyetçilikle el ele bir şekilde arşa çıkıyor. Tüm bunlar karşısında antifaşist ve ilerici bir sınıf hareketinin zayıflığının yarattığı boşluğu dünyanın dört bir yanında kendi tabanını genişleten sağ partiler dolduruyor.

SAĞ KİMLERİ EZEREK YÜKSELİYOR?

2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ partilerin destekçi bularak koltuk sayısını artırması, Almanya’da göç ve İslam karşıtlığıyla bilinen Alman milliyetçisi AfD’nin yükselişi,  İtalya’da faşist diktatör Mussolini’ye olan hayranlık ve ilgisiyle bilinen Meloni’nin başbakanlık koltuğuna oturması, Danimarka’da “Danimarka Danimarkalılarındır” söylemiyle göçmen karşıtlığı yapan partinin kitlesini genişletmesi, Ukrayna’da Zelensky faşist parti ve örgütlerden beslenirken çeşitli ülkelerden Nazi artıklarının savaşmak için Ukrayna’ya gitmesi, Trump’ın ikinci bir başkanlığının yeniden gündeme gelmesi ve hazırlıklarının yapılması, Türkiye’de Kürtlere yönelik şiddet ve baskıların yükselen milliyetçilikle beraber artması, İsrail tüm dünyanın gözü önünde Filistin halkını soykırıma uğratırken Arap düşmanlığı üzerinden soykırımın destek bulması gibi örnekler dünyayı hastalık gibi saran sağ ideolojilerin  yükselişinin somut çıktılarıdır.

Lenin bu durumu şöyle açıklar:

“Emperyalizm; her yere özgürlük deyip egemenlik eğilimi götüren mali-sermayenin ve tekellerin çağıdır. Bu eğilimin sonucu olarak ise şu ortaya çıkmaktadır: Siyasi rejim ne olursa olsun, her planda gericilik ve bu alanda mevcut uzlaşmaz karşıtlıkların aşırı ölçüde yoğunlaşması. Aynı biçimde ulusal baskı ve ilhak eğilimleri de, yani ulusal bağımsızlığın bozulması da söz konusudur.”

Farklı ülkelerde farklı şekillerde tezahür eden bu örneklerin amacıysa ortaktır: sınıf mücadelelerini baskı altında tutmak, proletarya içinde biriken devrimci enerjiyi burjuvazi lehine soğurarak sömürüyü yoğunlaştırmak. Adım adım hayata geçirilen bu faşizan uygulamalar üretici güçlerin tarihsel akışıyla doğrudan bağlantılıdır. Artık insanlığın gelişiminin önünde bir engel oluşturan kapitalizmin çelişkileri tüm dünyada giderek derinleşmiş ve yaygınlaşmış, can çekişen bu sistem kendisinin sürekliliği için gerici tüm eğilimleri ortaya çıkararak örgütlemiştir.

Bu noktada Dimitrov milliyetçi, gerici ve baskıcı rejimlerin inşasının emperyalizmle ilişkisini açık bir biçimde şu sözlerle ortaya koyar:

“Faşizm, ne sınıflar üstünde var olan bir güç, ne de lümpen proletaryanın ya da burjuvazinin finans kapital üzerindeki iktidarıdır. Faşizm finans kapital iktidarıdır. Faşizm, işçi, köylü ve aydın kesimlerin yükselen devrimci taleplerine karşı örgütlenmiş bağnaz milliyetçi bir iktidardır.”

Özetle sermaye gruplarınca yönetilen ülkelerde sermayenin devlet eliyle örgütlediği sağcı, gerici, faşist uygulamalar ve yaratılan baskı ortamı sınıflar üstü değil tam aksine doğrudan sınıfsal bir durumdur. İnsanlığın ulaşabileceği son nokta olarak anlatılan refah, ilerleme, inovasyon ve zenginlik sistemi kapitalizm, özellikle son 40 yılda gösterdiği performansla can çekişir hale gelmiştir. Yarattığı kriz ve bunalımlar sürekli tekrar ederken, yoksulluk ve gelir eşitsizliği artıyor, sınıflar arası uçurum derinleşiyor, savaşlar ve soykırım patlak vererek günümüzün normaline dönüşüyor. Bu sonuçların faturasını bizzat kendisi ödeyen dünyanın işçi ve emekçileri de kendi kaderlerine terk ediliyor.

Peki bütün bu sorunlar karşısında işçi sınıfı içerisinde biriken öfke ve hayal kırıklığı, bir tarafta egemen ideoloji tarafından yaratılıp diğer taraftan da halkın önüne atılan yapay düşmanlara yönlendirilerek sönümlendirilmeye çalışılırken bize düşen görev nedir?

BARIŞÇIL VE ENTERNASYONEL BİR MÜCADELE ORTAYA KONMALI

Kendi hegemonyasını ve gücünü korumak için her türlü yola başvuran tekellerin iktidarının zayıflatılması kendiliğinden olacak bir şey değildir.  Dolaşıma sokularak yaygınlaştırılan her türden şoven, milliyetçi, dinci-gerici sağ ideolojiler ve ilmek ilmek örülen faşizm karşısında burjuvazinin tüm yalan ve oyunlarını teşhir ederek antifaşist, barışçıl ve enternasyonal bir mücadeleyi ortaya koymak gençlik olarak alabileceğimiz en ileri tutumdur.

Gelecek kaygısı, işsizlik, esnek ve güvencesiz çalışma koşulları, gerileyen ücretler ve ağırlaşan sömürü koşulları; atılan her bir kurşunun parasının kapitalistlerin cebinden ödendiği ve emperyalist çıkarlar uğruna halkların yok edildiği savaşlar karşısında göçmen karşıtı, kadın ve LGBTİ düşmanı, sokak hayvanlarına dahi savaş açan sağ akımlara yedeklenmemeliyiz. Aksine kalabalıkları yurtsuz bırakan patronlar sınıfını hedef almalı, halklar arası dayanışma ve kardeşliği, bilimsel ve gerçekçi göç politikalarını, savaşlar ve sömürünün olmadığı insanca bir yaşamı savunmalıyız. Antifaşist ve antiemperyalist özelliklerle karakterize olan bu mücadele biçimini tek yol bilmeli, buranın bir parçası olmak için örgütlenmeliyiz.

 

KAYNAKÇA:

V.İ. Lenin, Emperyalizm, Sol Yayınları , s. 146

Dimitrov, Georgi (2005), Faşizme Karşı Birleşik Cephe, çev. S. Cılızoğlu, A. Özer, İstanbul: Evrensel Yayınları

ÖNCEKİ HABER

Meta, hükümeti verilerle yalanladı: "Katalog suçlarla ilgili 2445 içeriği zaten kaldırmıştık"

SONRAKİ HABER

Sovyetler hakkında doğru bilinen yanlışlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa