10 Ağustos 2024 04:51

Son sözü kamu işçisinin söyleyeceği bir mücadele için birlik şart

"İşçilerin sendikası var fakat onların talepleri ve iradeleri sendikaya yansımıyor. Kamu işçilerinin hareket noktası da bu durumu değiştirmek olabilir."

Fotoğraf: Hilal Tok/Evrensel

Paylaş

Yiğit DOĞAN
Eskişehir

T. Harb-İş Eskişehir Şubesi, emek nöbeti adını verdiği üç günlük (bugün son gün) bir eylem süreci başlattı. “Geçinemiyoruz ve enflasyonun altında eziliyoruz” diyen kamu işçileri ilk gün basın açıklaması ve oturma eylemi yaptı. İkinci gün tüm kamuoyuna ve basına açık bir biçimde ‘danışma kurulu’ yapacak olan işçiler bugün ise kitlesel bir basın açıklaması yaparak eylemlerini sona erdirecek. Bu eylem sürecinde işçiler arasında öne çıkan üç eğilimden söz edebiliriz. İlk eğilim “Buradan bir şey çıkmaz, şube yönetimi günü kurtarmak için bu tarz işler yapıyor” şeklinde özetlenebilir. Bu tutumda bir kısım doğruluk payı olmasına rağmen böyle düşünen işçilerin pek çoğunun alternatif bir önerisi de bulunmuyor. Bir diğer eğilim ise “Bunları yapalım ancak bunun yanında başka işler de yapalım” şeklinde. Bu işin tek başına bir çözüm olmayacağını, işçiler arasında birliklerin oluşması ve üretimi durdurma dahil başkaca eylemlerin olmasını savunan eğilim. Özellikle eylemlerin dozunun artırılarak devam ettirilmesi gerektiğini ve hükümetin ancak böyle köşeye sıkıştırılabileceğini düşünüyor işçiler. Ancak bunu savunan işçiler de bu ihtimali çok uzak ve neredeyse imkansız görüyorlar. “Harb-İş bürokrasisi böyle bir eyleme izin vermez, ne yapar ne eder engellerler” söylemi öne çıkıyor. Gözlemleyebildiğimiz son eğilim ise umutsuz işçilerin tutumu: “Ne yapılırsa yapılsın, ister sendika şube olarak isterse merkezi olarak bastırsın ücretlerde iyileştirme sağlanamaz, vermezler…” Bu tutum da işçiler arasında yaygın. “Bir uğraş var ama boşuna” diyen işçiler “AKP ne verirse bizimkilerde he der” ifadelerini kullanıyorlar.

SENDİKAL BÜROKRASİ BATAĞI

İşçiler tartışmaları farklı farklı sürdürseler de aynılaştıkları bazı noktalar var. Örneğin; işçinin inisiyatif almaması, işin başına geçememesi, sendika merkezine güvenmeme ve “İşçiyi satarlar, yarıda yolda bırakırlar” söylemi gibi... Özellikle daha önce Ankara’da yapılmak istenen eylemin engellenmesi örneği veriliyor. Bu durumun; neredeyse tüm sektörlerdeki işçilerde mevcut olan kaygı ve eğilimlerin benzeri olduğunu söylersek çok da yanlış bir şey söylemiş olmayız. Sendikalar esasında işçilerin patronlara karşı örgütlendiği merkezlerdir. Ancak son zamanlarda ülkede meydana gelen eylemler ya da grevler, sendikacılara rağmen ya da sendikacıları zorlayarak gerçekleşiyor. Bu eylemlerin sayısı da oldukça sınırlı elbette. Mücadeleci sendika veya sendikacıların sayısı bir elin parmağını geçmezken işçilerin kendini özne konumuna getirmemesi de mücadeleyi zayıflatıyor. Bürokratizmin batağına düşmüş sendikalar işçilerin hem birbirinden hem de sendika fikrinden uzaklaşmasına neden oluyor. Bu durum da örgütsüzlüğü ve güvensizliği işçiler içerisinde derinleştiriyor.

İşçilerin benzeştiği bir diğer nokta ise işçi sınıfı tarihinden ve deneyimlerinden yoksun olmaları. Görüştüğümüz, konuştuğumuz pek çok kamu işçisi içerisinde ’89 Bahar Eylemleri ile başlayan ve ’90’larda devam eden işçi hareketini bilen ya da araştıran sınırlı sayıda işçiye rastlıyoruz. Buradan öğrenen ve burayı takip eden işçilerin ’89’u da aşacak eylemler gerçekleştirmesi kaçınılmaz. Birbirine güvenmeyen, örgütlü olma fikrinden uzaklaşan, deneyimlerinden öğrenmeyen işçi sınıfı ne yazık ki sermayenin saldırıları karşısında sınıfın korunmasız kalmasına da doğrudan sebep oluyor.

KAMU İŞÇİLERİNİN TUTUMU

Sermayenin temsilcisi olduğu iktidarlar işçileri uzun sürelerle, esnek ve kuralsız çalışmaya zorlarken bir yandan da düşük ücretler dayatır. İşçi sınıfının dağınık, örgütsüz ve inisiyatifsiz olduğu zamanlarda sermaye hükümetleri bu durumu daha rahat bir şekilde hayata geçirirler. Şimdi içinden geçtiğimiz süreç de tarif ettiğimize yakın bir süreç. İşçilerin sendikası var fakat onların talepleri ve iradeleri sendikaya yansımıyor. Kamu işçilerinin hareket noktası da bu durumu değiştirmek olabilir.

Öte yandan Erdoğan’ın kendisi “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek 1000 odalı saraylarda yaşarken, işçi ve emekçilere ise dönüp “Hepimiz aynı gemideyiz, dişimizi sıkalım” diyor. Kendisine lüks ve şatafatı layık görürken işçileri ise yoksulluğa ve sefalete mahkum ediyor. Memleketi sermaye için aflar, teşviklerle vergi cennetine dönüştürürken işçiler ve emekçiler hem doğrudan hem dolaylı olarak vergi yükünü sırtlanıyor.

Durum buyken işçilerin sırtına yıkılan bu yükten kurtulmanın yolunu bulmak da acil bir ihtiyaç olarak ortada duruyor. İşçilerin; seneler içerisinde aralarına ekilen güvensizlik tohumlarından kurtulması, yanı başında beraber çalıştığı işçi kardeşine güvenmesi, örgütlenmesi, sorunları ve talepleri için sendikacıları zorlaması ve sendikaların yönetimine geçmesi de önemli bir nokta.

Önümüzdeki aylarda kamu işçileri için toplu iş sözleşmesi süreci de başlayacak. Kamu işçilerinin bu süreçten kazanımla çıkabilmesi içinse iş yerlerinde kendi TİS komitelerini kurmaları, seçimle belirlenen bu komitelerin aktif olması, komitelerin tüm işçilerle iletişim içinde olması, sendikacılara bırakan tutumdan kurtulup işçi iradesinin belirleyici olması kaçınılmaz...

ÖNCEKİ HABER

Özgür Özel'den belediyelere çağrı: Katliam yasasını uygulamayın

SONRAKİ HABER

Etlik Şehir Hastanesi: Ne kreş var ne de mola yeri!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa