Bütün yollar Rom’a çıkar
Vengo’nun sonundaki bu yol, yolların sıfır noktasında yer alan Roma’ya çıkar mı bilmiyorum. Ancak şunu biliyorum; gurbetin sıfır noktasında çingeneler olduğu sürece bütün yollar Rom’a çıkacaktır.
Görsel: Ayşe Çetintaş
“No tengo lugar
Y no tengo paisaje
Yo menos tengo patria
Con mis dedos hago el fuego
Y con mi corazon te canto
Las cuerdas de mi corazon lloran
Naci en alamo”*
Tony Gatlif
Fransız şair ve teolog Alain de Lille’in 1175 yılında yayınlanan Liber Parabolarum adlı eserinde kaleme aldığı “Mille viae ducunt homines per saecula Romam” yani “Binlerce yoldan her biri insanları daima Roma’ya götürür” ifadesi zamanla “Bütün yollar Roma’ya çıkar” deyişine dönüşmüştür.
Bu deyişin kökeni Roma İmparatoru Augustus’a kadar gitmektedir. Augustus milattan önce 27 yılında Roma Anayasası’nı değiştirerek ülkeyi tek başına yönetecek yetkileri eline almış, böylece Roma Cumhuriyetine son vererek Roma’nın ilk imparatoru olmuştur.
Augustus’un imparatorluk koltuğuna oturduktan sonra Roma’yı dünyanın merkezi ilan etmiştir. Bunun için de Roma Forumu’nda bulunan Satürn Tapınağının önüne Milliarium Aureum olarak bilinen bir taş dikerek dünyanın sıfır noktasını işaretlemiştir. Dikilitaşın yerleştirildiği bu nokta aynı zamanda antik dönemde inşa edilmiş ilk Roma yolunun yani Appian Yolu’nun (Via Appia) başlangıç noktasıymış. Yolların kraliçesi olarak anılan yaklaşık 590 km uzunluğundaki bu yol Roma’yı İtalya’nın topuğunda yer alan Brindisi’ye bağlıyormuş.
Appian Yolu’nun uzunluğu, Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilen yolların toplam uzunluğu göz önüne alındığında devede kulak kalır. Çünkü Romalılar Milliarium Aureum’dan başlattıkları yolu batıda İspanya’ya, kuzeyde İngiltere’ye, güneyde Afrika’nın kuzeyine ve Kenan Bölgesine, doğuda da Anadolu üzerinden İran’a kadar uzatmıştır. Bağlantı yolları ile birlikte yüz binlerce kilometrelik bir yol ağından bahsettiğim düşünüldüğünde sanırım Romalıların en iyi yaptıkları işin yol inşası olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Romalılar bir yolun yapımını planladığında önce mühendisleri yol yapılacak bölgeye gönderip bir yandan orada yaşayanlardan bilgi toplar, diğer yandan da topografyayı incelermiş. Ardından yapılacak yolun düz ve eğiminin az olmasına öncelik vererek en uygun rotaları çizerlermiş. Hatta hava şartlarını da göz önüne alarak kışın kar yağışlarının seyahati engellememesi ve güneş ışığından daha fazla faydalanabilmek için yolları doğu ve güney yamaçlara yaparlarmış. Yolların sağlam olması için önce sağlam bir zemine ulaşıncaya kadar çukur kazarlarmış. Sonra yola sağlam bir temel oluşturabilmek için kazılan çukur orta büyüklükteki kayalarla doldurulurmuş. Ardından daha düz bir zemin elde edebilmek için kayaların üzeri kum, çakıl, hatta Roma betonu ile doldurulurmuş. Son olarak da yolun en üst katmanına aynı boyutlarda kesilmiş düz kaldırım taşlar dizilerek yolun inşası bitirilirmiş. Ne dersiniz aynı günümüz Türkiye’sinde yapılan yollara gösterilen özen gibi (!), değil mi?
İşte bin bir emekle inşa edilen bu yollar bir yandan Roma ordularının işgal edilecek topraklara hızlı ve güvenli bir şekilde ulaşmasını sağlamış, diğer yandan da ticari faaliyetleri kolaylaştırarak imparatorluğun kalkınmasına hizmet etmiş.
Milliarium Aureum’dan bahsederken sıfır noktası demiştim. Çünkü bu taş Roma yol ağının sıfırıncı miliymiş. Romalılar bu taştan her 1000 adım (mille passum) yani 5000 ayak (feet) yani 1,5 km sonra ne kadar yol kat edildiğinin hesaplanabilmesi ve ne zaman mola verileceğinin planlanabilmesi için bir taş koyarlarmış. Bu taşlara İngilizce dönüm noktası anlamına da gelen milestone yani mil taşı denirmiş. Günümüzde 1609 metre karşılığı olarak kullanılan bir kara milinin kökeni bu taşlar arası mesafeden gelmekteymiş. Gerçi Roma mili ile güncel kullanılan mil arasında 109 metrelik bir fark bulunmaktadır. Sanırım bu fark Romalıların ayaklarının günümüz insanının ayağından biraz küçük olması ile açıklanabilir.
Tıpkı Milliarium Aureum gibi bir taş da İstanbul’da Yerebatan Sarnıcı’nın köşesinde olduğunu söylemeden geçmeyeyim. Milon Taşı (Milion Stone) adı verilen bu taşın amacı da Roma’dan sonra Yeni Roma’yı (Nova Roma) dünyanın merkezine taşımakmış. I. Konstantin 11 Mayıs 330 tarihinde İstanbul’u Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti ilan ederek şehre Yeni Roma adını vermiştir. İmparatorluğun tüm yönetim kurumlarını Roma’dan Yeni Roma’ya taşıtan I. Konstantin dünyanın yeni sıfır noktasını işaretlemek için de bir taş dikmekten imtina etmemiştir. Ancak ne I. Konstantin’in koyduğu 7 yıl kullanımda kalan Yeni Roma ismi tutmuştur ne de “bütün Yollar Sultanahmet’e çıkar” şeklinde bir deyişimiz olmuştur.
Romalıların imparatorluklarını genişletmek için inşa ettikleri bu yollar aynı zamanda Roma’nın sonunun gelmesine de katkı sunmuştur. Çünkü aynı yollar düşman orduları tarafından Roma İmparatorluğu’nun topraklarını işgal etmek için de kullanılmıştır.
Roma yolları elbette sadece orduların ülkeleri işgal etmesine aracılık etmedi. Kimi zaman yerinden yurdundan edilmişleri, yüklendikleri endişeleri ile belirsiz coğrafyalara taşıdı bu yollar. Kimi zaman yurdundan uzak olanları ömür törpüsü gurbetten vuslata taşıdı; kimi zaman da çenglerinin ezgisi kalp atımlarına yoldaş olan çingenelere bizzat yurt oldu bu yollar. Onlar ki Racastan’dan çıktıkları bu yolda gurbeti bal eylediler.
Çingeneler Racastan’da Dom’dular, Lom’dular, Rom’dular. Yola düştükten sonra her durak farklı adlandırdı onları. Mısır’dan gidenine Kıpti dendi. Anadolu’ya gelenine kimi zaman çingene dendi, kimi zaman cono; arabacı diyen de oldu, elekçi diyen de; lülü diye çağıran da vardı, poşa diye seslenen de; bir adları karacı idi, diğer adları abdal. Anadolu’dan gidenine Roman dendi, Yunanistan’a ulaşanına atsiganos. Almanya’dan göçenine zigeuner dendi, Fransa’ya konanına tzigane. Ruslar цыгaн, цыгaнка diye seslendi, İspanyollar gitano.
Gadjolar mirasları gurbet olan bu “dünyanın esmer vatandaşlarına” çeşit çeşit isimler vermiş olsalar da onlar kendilerini Sanskritçe’den köken alan ve insan anlamına gelen Rom olarak adlandırdı.
Şimdi sizi asıl adı Michel Dahmani olan sinemanın en karaşın yönetmeni Tony Gatlif’in 2000 yılında yönettiği bir filme, daha doğrusu filmin sonuna götürmek istiyorum. Kendisi de çingene olan Gatlif’in, dünyanın bağrı yanık coğrafyalarından biri olan Endülüs’te iki aile arasındaki kan davasını bir dantel gibi işlediği bu filmin adı Vengo’dur. Dantelin en incelikli motiflerini çingenelerin ezgileri oluşturur. Hatta Kudsi Ergüner’in üflediği ney de adeta filme nefes olur. İlginçtir, yazgıları gitmek olan çingenelerin yer aldığı bu filme Tony Gatlif’in İspanyolca “gelirim” anlamına gelen Vengo ismini koymuş olması da manidardır.
Filmin son sahnesinde karanlığın içinde bir araçla sarsıla sarsıla bilinmeyene doğru gitmekteyizdir. Yolun karanlığı aracın farlarıyla aydınlanır. Ardından Remedios Silva Pisa’nın 17 yaşının çığlığını duyarız. Yaşından büyük acısıyla “Yerim yok/Yurdum yok/ Bir ülkem bile yok/Ateşler yakıyorum parmaklarımda/ Sana şarkılar söylüyorum kalbimle/ Yüreğimin teli sızlıyor/Alamo’da doğdum ben”* diye haykırır. Remedios Silva Pisa’nın çığlığına Kudsi Ergüner de neyiyle nefes verince yol çizgileri birer ok olup ciğerimize saplanır.
Filmin jenerik yazıları ekranda görünmeye başladığında biz halen sarsıla sarsıla öncesi ve sonrası olmayan bir yolda, bir başka deyişle çingenelerin başkentinde yolcuyuzdur.
Vengo’nun sonundaki bu yol, yolların sıfır noktasında yer alan Roma’ya çıkar mı bilmiyorum. Ancak şunu biliyorum; gurbetin sıfır noktasında çingeneler olduğu sürece bütün yollar Rom’a çıkacaktır.
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20