02 Eylül 2024 18:46

Atanmış rektörler ve üniversite bileşenlerinin mücadelesi

AKP rejiminin, bir süredir üniversitelere dair belirlediği politikalar, liyakat tartışmalarının ötesinde ekonomi politik bağlamda çok yönlü bir meseleye işaret ediyor.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

İmre DEMİR
Ankara

Geçtiğimiz günlerde, içerisinde ODTÜ, İTÜ gibi üniversitelerin de bulunduğu 13 üniversiteye rektör ataması gerçekleştirildi. İTÜ, ODTÜ ve Gazi Üniversitesinde yeni rektör atamaları yaşanırken, Ankara Üniversitesinin de içerisinde olduğu kimi üniversitelerin rektörleri ise yeniden atandı. Eski TÜBİTAK Başkanı Hasan Mandal’ın İTÜ’ye, Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Ahmet Yozgatligil’in ODTÜ’ye atanması ile tartışmalar devam ediyor.

REKTÖR ATAMALARI HUKUKSUZ

Anayasa Mahkemesinin geçtiğimiz haziran ayında aldığı karara göre, üniversitelere Cumhurbaşkanı tarafından atama yapılmasının Anayasa'ya aykırı olduğu yönündeki kararını hatırlatmakta fayda var. 15 Temmuz Darbesi’ni takip eden süreçte, OHAL sonrası alınan Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) ile üniversitelere Cumhurbaşkanı tarafından atama yapılmasının önü açılmış; bu kararla beraber uzun bir süredir tahribat altındaki demokratik ve özerk üniversite yapısı daha da ağır bir hasarın altında kalmıştı.

OHAL VE SONRASI ÜNİVERSİTENİN HALİ

OHAL ile daha da keskinleşen süreç; öğrenci kulüp/topluluklarının etkinliklerinin yasaklanması, konferans, panel gibi etkinliklerin çeşitli engellerle karşılaştığı, kimi zaman ise üniversite yönetimi tarafından iptal edildiği bir dönemin başlangıcını işaret ediyordu. Yaklaşık 20 yıldır ODTÜ Biyoloji ve Genetik Topluluğu tarafından düzenlenen Aykut Kence Evrim Konferansı çeşitli gerekçelerle üniversite yönetimi tarafından defalarca kez yasaklandı.

SERMAYEYE ÜNİVERSİTENİN OLANAKLARI HER ZAMAN AÇIK

Bilim ve Kültür topluluklarına kolay kolay sağlanmayan Kültür ve Kongre Merkezi, etkinlikler sermayenin istekleriyle örtüştüğünde gayet rahat bir şekilde kullanılabildiğini görüyoruz. Ama konu kariyer fuarları olduğunda KKM her zaman hazır ve nazır. Ayrıca etkinlikler sermayedarların kendi reklamlarını yapacakları ve “yerli ve milli” üretim adı altında basının ve üniversitenin gözlerini boyayabilecekleri alan olduğunda da okulun bütün imkanları kullanıma açık. Yakın geçmişe gidersek, 2023 Ocak’ta 2. Savunma Sanayii Zirvesinin Roketsan, Havelsan ve Aselsan’ın katılımlarıyla gerçekleştirildiğini hatırlayacağız. Tam bu noktada, üniversitede üretilen bilim topluma mı sermayenin yararına mı hizmet etmelidir sorusunu tekrar sormak gerekiyor. Yukarıda verdiğimiz tüm bu örnekler gösteriyor ki; üniversite bilim, kültür ve sanat faaliyetlerinin üretildiği ve tartışıldığı bir yer olmaktan çıkarılarak sermayenin arka bahçesine dönüştürülmektedir.

12 EYLÜL’ÜN BAŞLADIĞINI AKP TAMAMLIYOR

AKP rejiminin, bir süredir üniversitelere dair belirlediği politikalar, liyakat tartışmalarının ötesinde ekonomi politik bağlamda çok yönlü bir meseleye işaret ediyor. Başlangıç noktası 12 Eylül Darbesi’ne dayanan, darbenin neticesinde akademik özgürlük ve demokratik özerklik gibi niteliklerini kaybeden, YÖK’e bağlı kurumlar haline getirilen üniversitelerin; AKP döneminde tarumar edildiğine tanıklık ediyoruz. Öyle ki, seksenli yıllarda başlayan “her ile bir üniversite” politikası, AKP dönemi ile daha da hızlandı.

ATANMIŞ REKTÖRLER PERFORMANS BASKISINI KÖRÜKLÜYOR

Bu politikanın bir sonucu olarak, TÜBİTAK projesini daha çok yazan ve bu alanlarda daha çok yayın çıkaran bölümlere daha fazla araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi ataması yapılması, direkt olarak eski ODTÜ rektörünün “ben rektörlük yaparken bile 60’a yakın yayın çıkardım, sizler nasıl çıkaramazsınız?​” söylemleri de son yıllarda akademiye ve bilim emekçilerine uygulanan mobbingi ve performans baskısını gün yüzüne seriyor. Bütün bunların sonucunda akademisyenin vasfının “yayınladığın kadarsın’a" indirgeniyor ve akademisyenlerin bilimsel eğitim vermek yerine yayın çıkarmak için baskılandıkları bu dönemde üniversiteler diplomalı işsizler ordusu yaratmak dışında bir işlevi kalmadı.

MEZUNLAR İŞSİZ, EĞİTİM NİTELİKSİZ

DİSK- AR’ın geçtiğimiz şubat ayında yayınladığı verilere göre, genç işsizliği yüzde 32,3, genç kadın işsizliği ise yüzde 41,1. Artan genç işsizliği nedeniyle, istihdama dahil olan üniversite mezunu emekçilerin ise niteliklerinin ötesinde bir beklenti ile karşılaştığı, performans baskısının sert bir şekilde hissedildiği, düşük ücretin emek piyasasında norm haline geldiği bir durum söz konusu. Ancak ne iktidarın ne de üniversite yönetimlerinin artan genç işsizliği ve de üniversitelerdeki eğitimin, bilimsel üretimin niteliği ile derdi var. Aksine; üniversite, devlet- sermaye iş birliğinin teknofestler, teknokentler ve AR-GE projeleri aracılığıyla kendisini yeniden ürettiği bir yere dönüştürülüyor. Bakanlıklar ve TÜBİTAK tarafından belirlenen öncelikli alanlarda (savunma sanayii, enerji verimliliği ve yeşil dönüşüm) gibi öncelikli alanlarda proje gerçekleştiren teknokent şirketlerine önemli ölçüde teşvikler (vergi muafiyeti, KDV istisnası gibi) sağlanırken, akademisyenler yayın yapma zorunluluğu ve performans baskısı gibi nedenlerle bu alanlardaki projelere hapsedildi.

Geçtiğimiz Verşan Kök döneminde deneyimlediklerimizi de unutmamak gerekmektedir. Üniversite yönetimi kampüs içinde bulunan öğrenci toplulukları, temsilcilikleri, emekçiler, mezunlar derneği ve akademisyenler gibi bütün bileşenlerden uzaklaştırılmış; bir avuç iktidarın temsilcisinin ellerine teslim edilmişti. Buradan çıkan kararların da kampüsteki yaşamı kolaylaştırmak için değil bir avuç kar uğruna her şeyi seyrekleştirdiğini tecrübe ettik. Örnek vermek gerekirse, personel ve emekçilerin servislerini kaldırmak, emekçilerin çocuklarının servise alınmayacağı iddiaları; öğrenci mezuniyet törenlerini, topluluk etkinliklerini, bahar şenliklerini iptal etmek ya da ertelemek, ring sayısını azaltmak, mezunların kampüse girişinin kısıtlanması ve ODTÜ Mezunları Derneği üyelerinin kampüse girişinin yasaklanması gibi onlarca karar alıp bizlerin karşısında olduğunu da unutmamak gerekir. Bunları dile getirip kampüs içindeki sorunlar için eylemler yapıldığında ise sürekli ve sürekli tek bir cevapla karşımızdalardı: “Yeterli personel ve bütçe yok”.

AHMET YOZGATLIGİL’İN ATANMASI NE İFADE EDİYOR?

Bugün karşımızda olan Ahmet Yozgatlıgil’in ODTÜ’ye atanması da aynı Verşan Kök’ün atanması gibi taleplerimize kulak tıkayacak, üniversite bütçesini ve olanaklarını sermayenin doğrudan hizmetine sunacak, üniversite bileşenlerinin kendi üniversitelerine dair karar alabilmelerinin önüne geçecek bir atamadan fazlası değil. Üniversitenin bütçesinden tutalım da mevcut olanaklarının nereye harcanacağına, akademisyenlerin performans baskısı ve mobbing olmadan güvenceli bir çalışma ortamına sahip olmasına; mezunların kendi kampüslerine para vermeden girebilmesinden öğrenci topluluklarının ve birlikteliklerinin karar alma mekanizmalarına dahil olabilmelerine kadar pek çok talebimiz ancak tüm bileşenlerin birlikte mücadelesiyle, atanmış rektöre istediğimiz üniversiteyi alana kadar karşı durmakla mümkün olacak.

ÖNCEKİ HABER

Beyoğlu'nda 3 katlı binada yangın: 4 kişi kurtarıldı

SONRAKİ HABER

Bağımsız Maden İş: Bakanlık sendika üyelik bilgilerini işverene mi sızdırıyor?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa