Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya…
"Eski Türkçe'de koparmak anlamına gelen üz fiilinden türeyen üzüm kelimesi zamanla uzoya dönüşmüş. O gün bugündür karşı kıyının uzosu kimi zaman sevince, kimi zaman da hüzne esrikliğiyle katık olur."
Görsel: Ayşe Çetintaş
Günümüzden yaklaşık 3000 yıl önce Kenan bölgesinde yaşayan insanlar murex trunculus adlı deniz salyangozundan bin bir zahmetle mor renkli bir madde elde ettiler. Elde ettikleri bu renge ‘Sur (Tyrian) moru’ adı verildi. Denizcilikte mahir bu insanlar ‘Sur moru’ ile boyadıkları kumaşları, değerli diğer ticari mallarla birlikte Akdeniz’e kıyısı olan tüm ülkelere yüksek karlarla satarak bir imparatorluk kurdular. ‘Sur moru’ ile boyanan kumaşlardan dikilen kıyafetleri sadece krallar ve imparatorlar giyebildiği için bu renk kraliyet moru ya da imparatorluk moru olarak da adlandırılmıştır. Yunanlılar, adeta ‘Sur morundan’ mamul Kenan bölgesinde yaşayan bu insanlara buldukları mor renge ithafen Phonikē yani Fenikeliler adını vermiştir.
Akdeniz’i hallaç pamuğu gibi atan Fenikeliler elbet bize bir selam mesafesinde bulunan Sakız (Chios) Adası’na da uğramışlardır. Muhtemelen uğramakla da kalmamış adada yetişen ağaçlardan damlayan sakızları ağızlarına atıp keyifle çiğnemişlerdir. Çünkü bir rivayete göre bu adaya adını Fenikeliler vermiş. ‘Chios’un Fenikelilerin dilinde sakız anlamına geldiği düşünüldüğünde; Fenikeliler ile Yunanlıların aralarında sadece mal alıp mal vermedikleri, isim alıp isim de verdikleri görülür.
Adanın ismine dair diğer bir rivayet de Yunan mitolojisinden köken almaktaymış. Efsaneye göre Poseidon sakız ağaçları ile kaplı bu adaya gelmiş ve adada yaşayan bir su perisi ile birlikte olmuş ve su perisinin bu birliktelikten bir oğlu olmuş. Doğum sırasında adaya kar yağması nedeniyle doğan çocuğun adı Eski Yunanca kar anlamına gelen Chiōn (χιών) koyulmuş. İşte adanın adı da bu söylenceden köken alarak Chios olmuş.
Sakız Adası konumu ve toprağına damlayan sakızı nedeniyle tarih boyunca önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Uzun yıllar Cenevizlilerin yönetiminde kalan ada, Osmanlı İmparatorluğu’nun belirlediği haracı ödeyerek 1566 yılına kadar sulh içinde yaşamıştır. Ancak 1566 yılı geldiğinde Osmanlı, Cenevizlilerin hac yolundaki gemilere saldırarak yolcuların esir alınmasını ve Osmanlı Donanmasına dair bilgilerin Rodos Şövalyelerine verilmesini gerekçe göstererek adaya Kaptanı-ı Derya Piyale Paşa yönetimindeki 300 parça gemi ile sefer düzenlemiş ve adayı zapt etmiştir.
Ada, sakız üretiminden kaynaklanan ticari ayrıcalıklarını Osmanlı yönetiminde de korumuştur. Ta ki 1822 yılının Mart ayına kadar. Fransız İhtilali sonrası Avrupa’yı kasıp kavuran ulusal bağımsızlık mücadeleleri Yunanlıları da harekete geçirmiştir. Görece tuzu ve sakızı kuru olan Sakız halkı bu mücadeleye çok da katılmak istemez. Ancak Samos Adası’ndan gelen yüzlerce silahlı bağımsızlık yanlısı Yunanlının, adanın ileri gelenlerini direniş için ikna etmesi Osmanlı’yı harekete geçirmek için yetmiştir de artmıştır bile. Kaptan-ı Derya Nasuhzade Ali Paşa yönetimindeki Osmanlı Donanması adaya çıkmış ve taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmamıştır. Çoluk çocuk, kadın erkek on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan bu katliam sadece vicdanlarda iz bırakmakla kalmamış, uluslararası alanda da geniş yankı uyandırmış. Örneğin Eugene Delacroix katliama dikkat çekmek için Sakız Adası Katliamı adlı bir resim yapmış, Victor Hugo ise “Türkler geçti buradan, arkalarında harabeler ve matem bırakarak” dizesi ile başlayan Çocuk adlı bir şiir yazmıştır. Ancak hiçbir çaba yaşanan bu acıya merhem olmamıştır. Hatta bu acı Tevfik Fikret’in Abdülhamid’e öfkesinde hayat bulmuştur desem sanırım abartmış olmam.
Sakız Adası 1822 yılı sonrasında tarihi boyunca ticari açıdan yakaladığı konuma bir daha ulaşamamıştır. Ancak adıyla mamul olan sakız üretimine de ara vermemiştir. Her ne kadar sakız ticari bir meta olarak geçmişe nazaran önemini yitirse de tat verdiği bir ürünle Yunan ve dünya tarihine çentik atmıştır. Bu ürünün adı ‘uzo’dur.
Adada üretilen sakız, üzümün birkaç kez damıtılması ile elde edilen alkole rezene ve anason gibi baharatlarla birlikte tat vererek uzonun kimliğini oluşturur. Uzo, sakızını Chios’tan alsa da adını Anadolu’dan almıştır.
Bir görüşe göre ‘uzo’ ismini milattan önce VI. yüzyılda Foça’dan göç eden İon’lardan yani Sami dillerindeki telaffuzu ile “Yunan”lardan almıştır. Foça’dan göç eden Yunanlılar, Akdeniz boyunca kuzey batıya ilerleyerek Ron Nehri deltasında bir koloni kurmuşlardır. Massalia adı verilen bu kolonin günümüzdeki adı Marsilya’dır. Bizim Yunanlılar bu topraklardan ayrılarak Marsilya’ya gitmişlerdir gitmesine ama sakız, anason ve rezene ile tatlandırılmış bir çeşit rakı olan çipurodan (tsipouro) ayrılamamışlardır. Bu nedenle de çipuronun en hasını, Midilli Adası’nda yaşayan Plomari’li akrabalarından talep etmişlerdir. Akrabalarını kırmayan Plomari’li çipuro ustaları bakır imbiklerde damıttıkları alkolü Chios’un sakızı, Çeşme’nin anasonu ve Maraton Ovası’nın rezenesi ile tatlandırdıktan sonra ahşap sandıklara doldurarak Massalia’ya gidecek gemilere yüklemişlerdir. Sandıkların üzerine de içkilerin gideceği yeri vurgulamak için “uso Massalia” yazmışlardır. Gel zaman git zaman deneyimli çipuro ustalarının özenli ellerinden çıkarak Massalia yoluna düşen bu kaliteli içkinin adı sandıkların üzerinde yazan “uso” kelimesi ile anılmaya başlanmış.
Uzo kelimesinin ortaya çıkışına dair bir diğer görüş de Anadolu kökenlidir. Tevatür o ki, Eski Türkçe koparmak anlamına gelen üz fiilinden türeyen üzüm kelimesi zamanla uzoya dönüşmüş. O gün bugündür karşı kıyının uzosu kimi zaman sevince, kimi zaman da hüzne esrikliğiyle katık olur. Tıpkı bizim kıyının rakısı gibi.
Bir Fenike gemisiyle Kenan’dan başladığımız yolculuk gelip Ege’nin orta yerine demir attı. Muktedirlerin bunca yıldır acıtarak, ayrıştırarak bir araya gelmemesi için büyük gayret gösterdiği Ege’nin iki yakasını belki de yamas ve şerefe diyerek karşılıklı kaldırılacak uzo ve rakı kadehleri ilikleyecektir.
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20