"Barış için nefes tüketiriz ama yalana karnımız tok"
30 yıldır sanat hayatını sürdüren Metin Kemal Kahraman Kardeşlerle Diyarbakır'da verdikleri konserin ardından 30 yıllık sanat yaşamlarını, Kürtçeye yönelik baskıları ve barış çağrılarını konuştuk.
Elif Ekin SALTIK
Ekin Bali
Diyarbakır
Metin Kemal Kahraman kardeşler, Amidart ve Sin Cafe organizasyonuyla Diyarbakır’da sevenleriyle buluştu. 30 senelik sanat yıllarını geride bırakan Kahraman kardeşleri Diyarbakır’ın soğuğu karşılasa da Sin Cafe bahçesinde sevenleri yalnız bırakmadı.
1993’te “Deniz Koydum Adını” albümlerini yayımlayan ve geçen 30 yılda albümleri, özgün eserleri, derlemeleri, Dersim üzerine yürüttükleri kültürel çalışmalarıyla müziğin önemli kaynaklarından biri haline gelen Metin Kemal Kahraman kardeşlerden Kemal Kahraman ile Diyarbakır’ı, 30 yıllık serüvenlerini, son güncel gelişmeleri konuştuk.
Diyarbakır’a belirli aralıklarla geliyor, sevenlerinizle buluşuyorsunuz. Burada olmak ne hissettiriyor size?
Diyarbakır dinleyicisini çok seviyoruz. Gerçekten özel, samimi bir ilişkimiz var Diyarbakır dinleyicisiyle. Çoğu zaman şarkılarımızı beraber söylüyoruz. Hem dinleyicisi hem de Diyarbakır'ın hafızası açısından bizim için özel bir yer. Geçmişe dönük kökleri bizi esinlemiştir.
Sanatınızda 30 yılı geride bıraktınız. Geçen yıllar sizin için nasıl bir yolculuk oldu?
Her şeyden önce çok şey öğrendiğimiz hissiyatı içindeyiz. Başladığımız yerden geldiğimiz noktaya baktığımızda bütün Anadolu'yu, kendimizi, Dersim'i, Zazacayı anlama çerçevesinde çok daha başka bir noktadayız diye düşünüyorum. Anadolu'nun gerçekten insanlık tarihinde çok önemli bir yeri var. Zazaca üzerinden, Zazacanın sözlü hafızası üzerinden bu derinliği hissettik.
"DİLİMİZİN REHBERLİĞİNDE YÜRÜDÜK, GENÇLER VAZGEÇMESİN"
Kürtçenin, Zazacanın baskılandığı, Kürtçe müzik dinlemenin bile engellendiği bir süreç yaşıyoruz. Ancak bu alanda ısrar eden genç müzisyenler var. Bu alana ismini yazdırmış sanatçılar olarak genç sanatçılara tavsiyeleriniz ne olur?
Bu düzen gayrimeşruluk üzerine kurulmuş. Kendi dışındaki her şeyi reddeden, kim olduğumuz, ne olduğumuza dair hep dayatmaları olan, yalanlar üzerine kurulu bir düzen. Yalanlarını ayakta tutabilmek için de baskı gücünü kullanıyor. Bu 30 yıl önce de böyleydi. Bugün katmerlenmiş haliyle yaşıyoruz. Çünkü bütün topluma bunu dayattılar ve kabul ettirdiler. Özellikle Türklük hafızası anlamında çok ciddi bir yıkımı oldu son 30 yılda. Tamamen siyasi hafızasızlık üzerine kurulu bir aidiyet herkese dayatıldı. Bizim bütün değerlerimiz, bütün kazançlarımız savaş enstrümanlarına yatırılıyor.İnsanlar bugün açlık sınırında yaşıyor. Eğer bir devlet gerçekten muktedirse her şeyden önce kendi insanına, mağduruna, hastasına, yaşlısına sahip çıkar. Çocuklar hastanede 3-5 bin liralık bir şey için katlediliyor. Çok tuhaf bir zamandan geçtiğimizi söylememiz lazım.
Birkaç yıl önce Muş'ta, Bingöl'de, İstanbul'da bir sürü konserimiz keyfi sebeplerle yasaklandı. ‘Biz konser yasaklamadık, bu salonda olmaz, şurada yapın’ gibi bahaneler… O yüzden gençlere söyleyeceğimiz şudur, hakikat devletin bize dayattığı yerden öte bir yerde duruyor. Kendi annemiz, babamız, dedemiz, nenemiz, bu toprakların, bu dillerin çocukları olarak çok derin bir hafızaya otomatikman doğuyoruz. Biz kendi dilimizin rehberliğinde yürüdük. Onlar da kendi dillerinden, kültürlerinden vazgeçmesinler. Bu yöndeki çabaları onları çok daha hakiki bir yere ulaştıracaktır.
"BARIŞ ADINA BİR SAMİMİYET, SAHİCİLİK YOK"
Uzun zamandır aydın sanatçılar başta olmak üzere pek çok kesim barış çağrıları yapıyor. Birkaç haftadır siyaset alanında da tartışmalar sürüyor. Bu coğrafya siyasetin de belirleyenlerinden. Sizin bu konuya ilişkin görüşleriniz nedir?
Bizim çağrımız da talebimiz de tabii ki barıştan yanadır. Fakat buna hiçbir inancımız yok. Böyle bir samimiyete, böyle bir sahiciliğe… Çünkü kendi varoluşları yalan üzerine kurulu. Oysa barış her şeyden önce bir sahicilik, samimiyet, farkındalık gerektirir. ‘Bu savaş bize kaybettiriyor, çocuklarımıza kaybettiriyor’ diyecek bir sahicilik… Oysa bütün toplumun çok yürekten inanarak ikna olduğu bir barış süreci heba edildi. Öylesi büyük bir hayal kırıklığı oldu ki. Bu çerçeve içinde bugünkü konuşmaları değerlendiriyorum ve samimiyetlerine inanmıyorum. Sistem her şeyden önce yalan ve savaş üzerine kurulmuş. Bunun rantını yiyen güç merkezleri var. Barış onların işine gelmez ki. Yani bütün bu uçaklar, on binlerce, yüz binlerce insandan kurulu güvenlik sistemi… Türkiye'nin yarısı ordudan geçiniyor; asker, polis, bekçi... Düşmana ihtiyaç duyuyorlar.
Peki bu mesela samimiyet diyorsunuz ya, gerçek bir barışın adımı nasıl atılır?
Umutsuzuz ama biz umutsuzluğumuzu sahiciliğimizin bir ifadesi olarak söylüyoruz.Yoksa o yöne doğru küçücük adımlar bile olsa gelişen her şeyde biz yanındayız. Biz bir adım daha gitmesi için nefesimizi tüketiriz. Ama yalanlara da karnımız tok.
Bugün sokak da biraz böyle bakıyor, halk hep temkinli yaklaşıyor…
Çünkü onlar da kendi gerçekliğinin içinde. Dünü biliyorlar, bugünü biliyorlar.Ne oldu gökten birdenbire taş mı düştü, ne oldu yani? 7 yıldır Selahattin Demirtaş içeride yatırılıyor, Gezi tutukluları yıllardır içeride. Bir adamın keyfi, öfkesi, kini üzerinde. Yine helal olsun Selahattin Demirtaş'a umutlu bir şeyler söylüyor, güzel bir adam.
"KAYYIM ÖNCESİ BELEDİYE BİR FARK YARATAMAMIŞTI"
9 yıllık kayyım yönetimi sonrası halk iradesini tekrar ortaya koydu ve belediye DEM Parti’ye geçti. Yeni bir dönem var karşımızda. Sizin beklentileriniz neler, Büyükşehir Belediyesine bir çağrınız olur mu Evrensel aracılığıyla?
Biz o konuda biraz hayal kırıklığı içindeyiz. Son 9 yılını Diyarbakır kayyımla geçirdi. Dersim'de de biliyorsunuz kayyım vardı daha önce. Özellikle bugün Diyarbakır gibi önemli bir kentteyiz, Kürt siyasi hareketinin kendini farkıyla ortaya koyabileceği bir yerde. Kayyım öncesi belediyeler sürecinde de Diyarbakır açısından bir fark yaratılamadığını söylemek zorundayız. AKP ya da CHP belediyelerinde olan rant hikayesinin burada da şehrin bütün çehresini belirlediğini, şehircilik anlamında bir fark yaratılmadığını, insana yabancı beton yığınlarının bütün tarlaları doldurduğunu görüyoruz. Belediyecilik anlamında Kürt hareketi gerçekten çok önemli bir fırsat kaçırdı. İdarecilik, yöneticilik anlamındaki farkını koyabilirdi. Mardin'de, Diyarbakır'da AKP belediyesinde olup biten inşaatçılık dışında bir şey yok. Kavga ‘Rantı kim yiyecek kavgası’ymış gibi görüldü. Çok mu sert oluyor bu ifademiz bilmiyorum ama gördüğümü söylüyorum.
"İNSANLAR İÇİN DÜŞÜNÜLMÜŞ BİR KENT OLMALI"
Lütfen artık bu konularda bir perspektifimiz olsun. İnsan merkezli düşünen bir şehir ve şehircilik. Öyle her yere duvar yapan kaldırım söken belediyecilik istemiyoruz. Belediye hizmet demektir. Çöpü doğru toplamak demektir. Altyapı kurup, lağımın tabiata zarar vermeyecek şekilde bertaraf edilmesi demektir. Doğru bir imar yasası, uygulaması demektir. İnsanlar için düşünülmüş sokaklar demektir. Araçlardan kendini koruyarak sürekli tetik halinde değil, çocuklar için oyun alanları, şehrimiz için yeşil alanlar olmalı. Yaşlımız apartmanda yaşıyorsa bile bir ağacın altında dinlenebileceği bir şehircilik olmalı. Böyle bir şehircilik istiyoruz. Kendi farkını yaratmasını ve bu farkın görünür olmasını. Tabii kültür sanatı da siyaset üstü bir mantıkla görmekte fayda var.