Cumhuriyet’in ötesinde sosyalizm ve kadın hareketi
Cumhuriyet’in “modernleşen ailenin bir ferdi olan kadın” imajının karşısında üretim ilişkilerinin değişmesi yoluyla gelen gerçek eşitliği koymalıyız.
Didar GEYİK
Boğaziçi Üniversitesi
Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk senesini geride bırakırken bu asra coğrafyamızın kadınlarının gözlerinden, onların hikayelerinden bakmak; kurtuluş reçetemizi hatırlamak ve kurtuluşumuz için mücadele etmek için yapılacak ilk şeylerden biri. Cumhuriyet deneyimini tahlil ederken kazanımlarımız, kayıplarımız ve somut koşullarımızın farkına varıyor olmak için hem geldiğimiz noktayı hem de gelişimin prensibini kavramak çok önemli. Cumhuriyet, milli burjuvazinin gelişimini kollarken kadınlar için de yeni bir mücadele alanı açmıştır. Osmanlı’nın bir ayağı çukurdayken, 1908’de meşrutiyetle beraber eşitlik mücadelesi yani seçme ve seçilme hakkına yönelik taleplerle beraber Ulviye Mevlan gibi kadın yazarlar tarafından dile getirilen birleşik kadın mücadelesinin gerekliliğiyle öne çıkan kadın hareketi, aradan geçen 116 yılda haklarının bir bölümünü daha elde etmeyi başarmıştır. Ama Cumhuriyet’in kurucu ideolojisi ve kapitalist gelişmenin süreçlerine adapte olma şekli bakımından kadınların taleplerine yanıt verebilme kapasitesi sınırlı ve belirlidir. Kadınların kazanım süreçlerini burjuva ideolojinin çıkarları doğrultusunda zaman zaman “modernleşme” zaman zaman da “muhafazakarlaşma” doğrultusunda baltalamaya mecburdur.
Kadınların taleplerinin Cumhuriyet’in öncesi ve ilk yıllarında da gayet görünür olduğunu söylemek mümkün. Kadın Dünyası gibi dergilerde kadınların siyasi haklarının gerekliliğine dair yazıların yazılması, Nezihe Muhiddin ve arkadaşlarının Cumhuriyet Halk Fırkası dahi kurulmadan 1923’te yaptığı Kadınlar Halk Fırkası’nın kuruluş başvurusu gibi birçok örnek görülebilir. Feodalizmden kapitalizme geçişte de kapitalizmin farklı evrelerinde de kadının kurtuluşuna dair farklı görüşler ortaya atılmıştır. Cumhuriyet’in de halkçılık ilkesi eşitliği sınıflar ve altyapıdan azade tanımlayarak eksikli bir analiz yapar ve elde edilen kazanımların sınırlı olmasına yol açar. Burjuva bir yorumla kadını tanımlar ve çekirdek ailenin içerisine düzenin garantörü olarak hapsetmekten başka bir yolu kalmaz.
KADIN HAREKETİ İÇİN BİR REHBER: SOVYET DENEYİMİ
Nezihe Muhiddin, Naciye Hanım, Suat Derviş, Sabiha Sertel gibi bazı isimler Cumhuriyet’in kadın hakları yolculuğunu ilk elden tecrübe etmiş ve yönlendirmişlerdir. Nezihe Muhiddin ve arkadaşlarının fırka kurma girişimi bir yana “hakk-ı intihab” mücadelelerinin 1930 ve 1934 yıllarında kazanımla sonuçlandığını söylemek mümkün. Sovyet deneyiminin o dönemki kadın mücadelesi adına önemli bir yol haritası oluşturduğunu Naciye Hanım’ın yazılarında yaptığı “Komünizmin en yüksek icraatı kadınlara bahşettiği haklar, hakikatlerdir.” gibi vurgular, oldukça erken bir dönemde “sevgili Lenin bir kadın, bir Şark kadını olsaydı, ah ne olurdu, ne olurdu ya rab…” gibi sözleriyle görüyoruz. Sabiha Sertel, yazılarında kadın mücadelesinin örgütlü hale gelmesiyle, kadınların fikir dünyasına katılması yoluyla toplumsal hayata dahil olmasının eşitliğin ilk şartı olduğunu dile getirmiştir. Üstelik bu eşitlik Cumhuriyet’in sonraki hükümetlerinden kiminin “fırsat eşitliği” kiminin “fıtrat adaleti” diye tarif ettikleri türden değildir, kadının ikincil konumunun tüm medeni ve siyasi haklarını elde etmesi ve üretim ilişkilerinin değişmesi yoluyla sona erdiği gerçek bir eşitliğin arayışında olduklarını her fırsatta vurgulamışlardır. “Başı eğilmeyen kadın” Suat Derviş’in de Sovyet gezilerinden sonra yazdığı yazılarda bu deneyimden ne kadar etkilendiği gözlemlenebilir. Kadın haklarını belirleyen üretim ilişkilerinin değişimi bakış açısından değerlendirdiği “Niçin Sovyet Rusya’ya Hayranım?” “Niçin Sovyet Rusya’nın Dostuyum?” başlıklı yazılar yazmış, Nihal Atsız başta olmak üzere gelen tepkilere rağmen geri adım atmayıp Ekim Devrimi öncesi ve sonrası kadınların toplumdaki konumundaki değişimlere dair istatistikler vermiş ve Sovyet gezilerinden deneyimlerini aktarmaya devam etmiştir.
Sosyalist kadın hareketinin Cumhuriyet’in “modernleşen ailenin bir ferdi olan kadın” imajının ve idealinin karşısına gerçek eşitliği vaat eden “kadının kurtuluşu” idealini koyduğunu söylemek gerekir.
NEOLİBERAL POLİTİKALARLA DAYATILAN “KUTSAL AİLE”
Ne var ki; savaşlardan, ulus devletler dünyasının yarattığı handikaplardan birinci elden etkilenen kadınlar, yan yana gelmeye elbette devam ettiler. İstihdama da çekilmeleriyle 60’lı ve 70’li yıllar işçi ve kadın hareketinin kol kola yürüdüğü yıllar oldu. Çalışma koşullarını iyileştirmek, eşit işe eşit ücret, kreş, doğum izni vb. bazı haklarını elde eden kadınların toplumdaki ikincil konumu da bu çarkın ilk dişlisi olması durumu da devam ediyordu.[1]
80’lerdeki işçi hareketini baskılayan Neoliberal politikalar doğrultusunda, yüzyılı aşan mücadelemizde elde ettiğimiz haklar iktidarın hedefi haline gelmeye, milliyetçi ve muhafazakâr kodlarla kadının ve “aile”nin tanımı yeniden yapılmaya başladı. 20 yılı aşkın AKP iktidarında, bunun pek çok örneğini görmek mümkün oldu. Çalışma ve yaşam koşullarımızı burjuvazinin çıkarı doğrultusunda şekillendirmeyi öngören bu politikalar, kapitalist sömürüyle paralel olarak güçlendi ve ana akım hale geldi. Kadının şimdiye kadar kazandığı bazı medeni haklarını, evlenmeyi, boşanmayı, aile kurumunda kadının özerkliğini, kadının toplumsallığını, çalışmasını, seçme ve seçilme hakkını, özgürlüğünü, cinselliğini, kahkahasını, hatta ve hatta yaşamını hedefine koyan iktidarlar yarattı. Esnek çalışma gibi iş planlarından gerici odaklara karşı kazanılan seçim zaferlerine saldırılara, şiddet, yoksulluk ve sömürü sarmalından cezasızlığa kadar pek çok politika bu yolla oluşturuldu.
Kapitalist sistemin dayattıklarından kurtulmadan, sistemi yeniden üreten yapıları yıkmadan gerçek bir kurtuluştan söz etmenin mümkün olmadığını her gün ortaya çıkan ve beslenmeye devam eden çelişkilerden hareketle anlamak gerekiyor.
Bizlerin de talepleri burjuva devletin ihtiyaçları doğrultusunda değil, kurtuluş umuduyla şekillenmelidir. Toplumsal hayattaki konumumuzu doğru tahayyül edip bu yolda yan yana gelmek, öğrenmek ve öğretmek yoluyla fikir dünyamızı geliştirmek ilk işimizdir. Kurtuluş reçetemizi beraber yazmak ve geçmiş deneyimlerden beslenmeyi unutmamak da en önemlisi. Dolayısıyla düzen, tıpkı bu mirası bize bırakanların yaptığı gibi, bulunduğumuz bütün yerellerde birleşmek, haklarımıza ve hayatlarımıza dair bir değişim talebinde olan ısrarımızı ve eşit olduğumuz günlere olan umudumuzu diri tutmak üzere hareket etmeyi zorunlu kılıyor. “Tekstilden petrokimyaya, metalden genel hizmetlere kadın işçiler daha iyi ücretler ve çalışma koşulları için harekete geçmekte, İstanbul Sözleşmesi’nin feshine, nafaka hakkının gaspına, kadın cinayetlerine karşı sokaklar ve meydanlar doldurulmakta, üniversiteler genç kadınların eşitlik ve özgürlük talepleriyle yankılanmaktadır.” [2]
Her bir yıl daha da çoğaldığımız, birbirimizden güç aldığımız, haklarımızdaki tahribatı beraber onarabileceğimiz ikinci yüzyıl uzak bir gerçeklik değil. Yeter ki mücadelemizin birliğini beraber inşa edelim ve topyekûn kurtuluşumuzda geri kazanacağımız hayatlarımıza inanalım.
KAYNAKÇA:
[1] https://www.evrensel.net/haber/502410/yeniden-yerimiz-mutfak-degil-dunya-demek-icin-dosya-cumhuriyet-kimlerin-kimsesi
[2] https://ekmekvegul.net/gundem/cumhuriyetin-100-yili-2-yuzyilda-da-mucadele-kazanacak