‘Demir yolcu çocuğu’nun Haydarpaşa’sı
"Ben ‘demir yolcu’ çocuğuyum, Haydarpaşa Garı’nda büyüdüm. Bugün gardan trenler de işçi aileleri de sürüldü. Emekçiler kent çeperlerine sürülürken, Haydarpaşa bu tasfiyenin simgesi oldu."
Özgür GÜLTEKİN
Ben demir yolcu çocuğuyum. Ailesinde annesi, babası demir yolunda çalışan kişiler kendine ‘demir yolcu çocuğu’ der. Babam uzun yıllar memurluk yaptı demir yollarında. Haydarpaşa’da, Adapazarı’ndan Trakya’ya kadar geniş bir bölgede farklı farklı görevlerde çalıştı. Biz de 1988’de, ben 6 yaşındayken İstanbul’a geldik. Daha önce Kütahya’daydık, babamın tayini çıkınca buraya geldik. Haydarpaşa Limanı ve Haydarpaşa Garı bizim için Yeşilçam filmlerindeki gibi, geldiğimizde ilk gördüğümüz yerdi. Gar binası, tesisler, rayların bulunduğu alanlar, bakım atölyeleri, lojmanlar... Haydarpaşa’nın toplamı Kadıköy’ün geniş bir alanını kapsıyor ve Kadıköy’ün göbeğinde. Bugünden bakınca olağanüstü geliyor ama o gün demir yolunda çalışan işçilerin Kadıköy’ün göbeğinde, işlerine 10-15 dakika yürüme mesafesinde, bir arada, aynı mahallede, aynı binalarda kaldıkları ve her türlü imkana da az çok erişebildikleri bir durumdaydık. Gar binasından Tepe Nautilus Alışveriş Merkezine kadarki o bölge içerisinde bulunan işletme binası, gar binası, küçük küçük şube şeflikleri, bakım atölyeleri, liman, poliklinik, geniş bahçesi ve fidanlıkları bulunan lojmanlar İstanbul’a ilk geldiğimizde tanıştığımız şeylerdi.
Fotoğraf: Özcan Yaman
İlk oturduğumuz lojman Tepe Nautilus Alışveriş Merkezinin tam karşısındaydı. Çok geniş bir bahçesi olan, müstakil bir evdi. Bugünden baktığımızda bu tip bir evde, her ne kadar eski de olsa böyle bir yerde oturabilmek bir emekçi için hayal. Ancak o gün bizim için çok normaldi. Ben çocukluğum bitene kadar herkesin öyle yaşadığını zannediyordum. Kadıköy’ün göbeğinde, bugün Behiçbey Sokak denilen sokakta demir yolu lojmanları vardır. Sokağın bir yanı askeriye bir yanı demir yolu lojmanlarıdır. Hemen üzerinde Haydarpaşa Endüstri Meslek Lisesi, karşısında GATA, daha da yukarıda numune hastanesi bulunuyordu. İstanbul’un göbeğinde hemen hemen her tür sosyal imkana ulaşabildiğimiz, komşularımızla rahatça oturup sohbet edebildiğimiz bir alandı. Poliklinikte bulunan doktorlar da bugün en az çoğu özel hastanede bulunan doktorlar kadar deneyimliydi. Dediğim gibi İstanbul’a geldiğimizde ben 6 yaşındaydım. Daha önce de lojmanda kalmıştık. Herkes demirnyolcu olur, çocuklar birbirini tanır, aileler birbirini tanır, istediğiniz her şey yürüme mesafesindedir. Bugün baktığımızdaysa, ben Esenyurt’ta oturuyorum. Çünkü Esenyurt’ta oturabiliyorum sadece. Orada ancak bir yer bulabildim kendime. Ancak o gün demir yollarında yaşayan işçiler, şehrin göbeğinde, iş yerlerine yakın, bir arada yaşayabildikleri yerlere sahiplerdi.
İlk kaldığımız lojmandan sonra başka bir lojmana taşındık. O da yine Behiçbey’deydi. Orada hâlâ bir sürü lojman bulunuyor. Şimdi boşaltma emri gitmiş o lojmanlara ama binalar şu an duruyor. Bu binalar İstanbul depremini de gördü. Biz o zaman lojmanların sağlam olması gerekçesiyle kendimizi güvende hissediyorduk. Yüksek katlı da değillerdi ve konforlu olduğu da söylenebilir. Hem geniş bahçeleri hem de çocuklar için oyun oynayabilecekleri basketbol ve voleybol sahalarına sahip yerlerdi. Bugün emekçiler için hayal gibi görünse de o gün için normaldi.
Fotoğraf: İBB Kültür Arşivi
Hatta demir yollarının lojmanları sadece Kadıköy’den de ibaret değil. Demir yolu hattı üzerinde bugün lüks sayılan Söğütlüçeşme’den tutun Kızıltoprak, Feneryolu, Bostancı’yı da kapsayan hat üzerinde bulunuyor lojmanlar. Bunlar bugün emekçiler açısından hayal edilemeyecek konumlar. Bugün devlet kurumları için lojmanlar ‘yük’ haline gelmiş durumda. Tüm lojmanlar tasfiye edilmeye çalışılıyor, çoğu da edildi. Ancak emekçi açısından lojman işe yürüyerek gidebilmek demek.
Bugünden bakınca bunların yanında sosyal olanakları da çok genişti. Bütün demir yolcu çocukları birbirini tanırdı. Akşam bahçelerinde çay içilen; düğün, nişan gibi aktivitelerin bu lojmanların bahçesinde yapıldığı bir hayattı. Hatta benim düğünüm ve kınam da o lojmanın bahçesinde yapıldı. Bugün benzer bir alana tonla para verecekken benim düğünüm mütevazi, çok da eğlendiğimiz bir şekilde kendi imkanlarımızla yapıldı. İstediğimiz gibi bir organizasyondu da. Bugünden bakınca hayal gibi görünebilir ama tüm emekçilerin de hak ettiğinin görüldüğü, mümkün de bir hayat. Gar binasının çatısında çıkan yangın buradaki tasfiye sürecinin görünür hale gelmesine neden oldu. Gar binasında çıkan yangın hâlâ şaibelidir. Öncesinde de demir yolcular arasında ‘Gar binası kapatılacakmış, buraya otel yapılacakmış’ diye konuşuluyordu. Bunlar bilinmeyen şeyler değildi ama ete kemiğe bürünmesi gar binası yangını ile başladı. O günden sonra bina bir daha açılmadı, tam olarak kullanıma sunulmadı. Ailenizde demir yollarında çalışan birinin olması demek şehir içinde ücretsiz ulaşım hakkınız olması, yılda belirli sayıda seyahati indirimli yapabilmeniz demekti.
Şöyle düşünün, biz evden 10 dakika yürüyüp trene biniyorduk ve Adapazarı’na kadar gidebiliyorduk. Karşıya geçmek için kullandığımız vapur da çok yakındı. Az önce bahsettiğim gibi ben kendime Esenyurt’ta yer bulabildim. Bugün için emekçilerin de benzer durumlarda olması, toplam bir politikayı görmemizi gerektiriyor. Bugünkü tabloda Esenyurt’ta emekçilerin bir arada yaşayabildikleri çokça alan var ama herkes birbirinden kopuk, kimse birbirine güvenmiyor. Bu güvensizliği ben de hissediyorum. Bu insanların kötü olmasından kaynaklanmıyor elbette. Hayat şartlarının kötü olması, suç oranının yüksek olması gibi pek çok şeyle boğuşurken işçi ve emekçiler için az önce anlattığım lojmanlarda yaşanan hayat mümkün olmuyor. Bugün emekçilerin, yoksulların kentin dışına itildiği, kent merkezlerinin emekçilerden temizlendiği ve rant amaçlı eğlence merkezlerine dönüştürüldüğü, buradaki devlet arazilerinin sermayedarlara satıldığı, sosyal olanakların mevzu bahis bile olmadığı bir tablo içerisindeyiz.
Elbette benim çocukluğumda kamu emekçilerinin sahip olduğu imkanlar gökten zembille inmemişti. İşçi sınıfının mücadelesinden gelen kazanımlarla olduğu aşikar. Bugün neden böyle diye baktığımızda ise sınıf savaşının tersine işlediği bir durumu görüyoruz. İşçi sınıfının örgütlü hareket edebilme yeteneğinin çok azaldığı, sermayedarların hamlelerini artırdığı bir dönemdeyiz. Emekçilerin yaşadığı bu kötü yaşam ve içinde bulundukları kötü koşullara karşı bu haklar ancak örgütlü bir mücadele ile kazanılacak. Çocukluğumu ‘Vay be ne günlerdi, şanslı nesildik’ diye anlatmıyorum. Kıyaslama yapmak için de anlatıyorum. O gün öyleydi, bugün neden böyle? O gün öyle olması gerekiyordu. Hatta o günden baktığımızda daha fazlasına sahip olmamız gerektiğini düşündüğümüz zamanlardı ancak bugün o kadarına da sahip değiliz. İşçinin emekçinin bir araya gelmesinden korkan sermayedarlar ve iktidar sahipleri, kamu kurumlarının lojmanlarını hem rant amacıyla hem de işçi ve emekçilerin bir arada olmasını istemedikleri için yapıyorlar bu tasfiyeyi.
Gar binası yangınının çıkış sebebi hâlâ şaibeli. Sonuç olarak bir süreci başlatan bir yangındı. Daha öncesinden de Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) adım adım tasfiye edilirken, içi boşaltılırken bizler duyuyorduk elbette. Demir yolu işçileri süreci biliyordu ama zamanı kestirilemiyordu. ‘Koç almış, Sabancı almış, otel yapılacakmış’ gibi kimisi gerçekleşen kimisi asparagas bir sürü şey konuşuluyordu. Haydarpaşa’da çıkan yangın da aslında bu sürecin başlangıcıydı. Yangından sonra gar binası eskisi gibi işletilmedi. Marmaray projesi ve çevresinde gelişen projeler ile birlikte trenler Söğütlüçeşme’de durdu ve bir daha bu tarafa gelmedi. Bu gar binasının işlevsizleştirilmesi, sonrasında da tasfiye edilmesinin önünü açtı. Bu süreç toplamında TCDD’nin de benzer bir süreç geçirmesi anlamına geliyordu. Haydarpaşa’yı bu tasfiyenin bir simgesi olarak düşünebilirsiniz.
Evrensel'i Takip Et