23 Kasım 2024 05:03

Toplu iş sözleşmeleri nasıl başladı, nasıl bitti? (1) | Demokrasi mücadelesi işçi iradesine kadar

"Hizmet-İş ve Genel-İş genel merkezleri belediye yönetimlerini, “En çalışılabilir, en sorunsuz sendika biziz”e ikna etmek üzere bir çizgi izledi. İşçi iradesini yok saymak gerekiyorsa yok saydılar."

Fotoğraf: Murat Uysal/Evrensel

Paylaş

Kayhan GEYİK

İstanbul’da TİS süreçleri tamamlanmış ve devam eden toplam 30 ilçede belediye işçileri AKP’li ve CHP’li belediyelerle TİS masasına oturdu. Sendikal örgütlülük açısından 23 belediyede Hizmet-İş, 6 belediyede Genel-İş, 1 belediyede ise Belediye-İş yetkiliydi. AKP belediyelerinde işçileri, Mahalli İdareler Kamu İşveren Sendikası (MİKSEN) isimli, belediyelerin patron olarak yan yana geldikleri, belediye birliği karşılarken, CHP’li belediyelerde bu patron kulübünün adı Sosyal Demokrat Kamu İşverenler Sendikası (SODEMSEN) idi.

Bir süredir çeşitli yönleriyle TİS sürecini gazetemizde değerlendiriyoruz. Bugün ise tamamlanma aşamasındaki sürecin öne çıkan yanlarını, dönüm noktalarını ve çeşitli tartışmaları aktarmanın, belediye işçilerinin grev sonuçlarını değerlendirirken ortak bir hafızaya varmaları açısından anlamlı olduğunu düşünüyorum.

ARTAN YOKSULLUK, TASARRUF POLİTİKALARI VE KAYYIMLAR ORTASINDA TİS SÜRECİ

İstanbul’da on binlerce belediye işçisi yaklaşık 6 aydır toplu iş sözleşmesi masasında. İşçilerin en öne çıkan talebiyse net ücretlerinin (sosyal hakların ve yol/yemek ücretlerinin dışında) 40 bin liraya gelmesi, aşmasıydı. Bu talebin altında, işçilerin maaşlarının enflasyonist ortamda hızla erimesi, bir başka deyişle alım güçlerinin düşmesi, borçlanmaları, ek iş yapmak zorunda olmaları gibi birçok neden bir çırpıda sayılabilir. “Birçok belediyede greve gitmeliyiz, daha azına razı olmamalıyız” diyen işçilerin motivasyonu, kaynağını bu taleplerde, bu ekonomik gidişatta buluyor. Elbette şunu ekleyebiliriz, birleşik ve örgütlü olmayan her belediyede bu yoksulluk hali, dezavantaja da, “Elimizdekini kaybetmeyelim” gibi bir düşünceye de evrilebiliyor. Ama biz bu sözleşme döneminin bu denli geniş bir işçi çevresi içerisinde tartışma açmasının ve ne yapacaklarını tartışmasının altındaki esas nedeni yine de not etmiş olalım; “Derinleşen yoksulluk.”

İşçi ücretleri günbegün erirken, tek adam ittifakının Şimşek programı, tasarruf politikaları altında işçilerin karşısına çıktı. Belediyeler, (özellikle CHP belediyeleri) iktidarın politikalarını bir dayanak yaparak, belediye işçilerine bütçelerinin olmadığını, istenen ücretlere yaklaşılamayacağını söyledi. “Bütçemiz yok, zaten iktidar da bize bütçe vermiyor, kesintiye uğruyoruz” sözü neredeyse her görüşme masasında duyulan, yöneticilerin ağızlarına pelesenk olmuş bir kalıp haline geldi. Peki belediyeler bu dönem başka nelerden tasarruf etti diye dönüp bakarsak, neredeyse hiçbir şeyden! Peki belediyelerin “Bütçelerimizin yüzde 30’a yakını işçilere gidiyor” dedikleri bütçenin içinde neler var?

Belediye iştiraklerine/şirketlerine ödenen paranın içinde neredeyse belediyenin tüm hizmet alımları var! Yani, belediyelerde az işçiyle çok iş yaptırılıyor, şirketler kârlarına kâr katıyor, ortada dönen milyonlardan, belediye işçisine asgari ücretle yarışan bir para kalıyor. Belediyede tasarruf olarak sunulan politikanın özü, işçilerin yarattığı değere giderek daha yüksek oranda el koymak, emek gücünün artan oranda sömürülmesi. Bu gerçeğin diğer tarafında da özellikle muhalefetin elindeki belediyelerde, halkın, “Belediyelerin ellerinden bu kadarı geliyor, CHP’li belediyeler ne yapabilir ki, AKP bütçelerini kesiyor” tepkisi var. Sanırım buraya, CHP’li belediyelerin bütçelerinin, yani halihazırda belediye kasasında olan paranın giderek daha azını işçilere ayırdığını, bunun AKP’li belediyelerde zaten böyle olduğunu eklemeye gerek bile yok. Tek bir belediyede bile işçi ücretleri belediye bütçesinin yüzde 40’ından fazla değildir ve genel olarak işçi ücretleri olarak belediyelerin açıkladığı toplam bilançonun içinde, belediyenin o iştiraklerle yaptığı türlü hizmet alımları da vardır. Yine de belediyeler buna itiraz edebilirler, o zaman bütçelerini şeffaflıkla açıklamalılar ve tartışmaya yer bırakmayacak şekilde tüm alımlarını (iştirakleri dahil) paylaşmalılar. İşin özü “Belediyelerin bütçelerini halka açmalarının talep edilmesi”, bu bütçelerin halkla planlanması tartışması için ön açıcı bir tartışmadır. Ve belediyelerin bu süreçte esas tartışmaktan kaçındıkları da “Bütçenin halka birlikte planlanması, halk için bir bütçe planlanması talebi”dir. Bu kaçınma halinin nedeni oldukça basittir; bütçelerini halkla birlikte, halk için bir bütçeye dönüştürerek, şirketlerin, bürokratların yüksek “hak edişleri”nde bir tasarrufa gitmek istemiyorlar.

KAYYIMLAR ORTASINDA BU YAPILIR MI?

TİS görüşmelerinin ve grev tartışmalarının son günleri, iktidarın CHP ve HDP belediyelerine kayyımlar atamasıyla eş zamanlı devam etti. CHP’ye üye işçilerin de yoğun olduğu CHP’li belediyelerde, ülke atmosferi, AKP’nin kayyım politikası ve iktidarın belediyeleri hedef göstermesi gerekçe yapılarak, belediye işçilerinin taleplerinden vazgeçilmesi istendi. Bu beklenti yer yer, halk içinde de “Ya bu grevler bilerek, CHP yıpratılmak için yapılıyor” demeye vardırıldı. Belediyeler, kayyım politikalarını, şeffaf bütçe, işçilerin emeklerinin karşılıklarını vererek ve güçlü, halkçı bir belediyecilik anlayışıyla karşılayacaklarına, bu saldırıların arkasına gizlenmeyi ve işçi ücretlerini düşürmek için kendilerine yönelik saldırıları gerekçe göstermeyi tercih ettiler. Dahası kayyımlarla mücadele ettiğini söyleyen birçok belediye, Hizmet-İş ve Genel-İş Genel Merkezlerinin getirdiği sözleşmeleri, işçi iradesini hiçe sayarak, yer yer şubeleri ve temsilcileri yok sayarak, iradelerine kayyım atayarak imzaladılar! Yerel iktidarlar, kayyım yetkilerini kullanmaktan çekinmedikleri günlerde, ülke sathında kayyımlara karşı mücadele edeceklerini, Esenyurt Belediye başkanının yanında olduğunu açıkladılar. Böylece belediyelerin demokrasi mücadelesi sınırları da belirginleşti. İşçilerin sendikalaşma, greve çıkma, toplu iş sözleşme hakları, iradeleri, belediyelerin kayyımlara karşı sıkça dile getirdikleri “demokrasi mücadelesi” parantezinin dışında kaldı.

Daha sonra daha ayrıntılı değinmeye çalışacağımız bu süreci Hizmet-İş ve Genel-İş Genel Merkezleri ise belediye yönetimleriyle yakın temas halinde ve belediye yönetimlerini, “En çalışılabilir, en sorunsuz sendika biziz”e ikna etmek üzere bir çizgi izlediler. Bu çizgi işçilerin iradesini yok saymayı gerektiriyorsa yok saydılar, göstermelik bir greve dönüştürmek istedikleri yerde o hale getirdiler. Belediye yönetimlerinin ve belediyelerin bağlı oldukları siyasi partilerin genel merkezlerinin taleplerini öncelediler. Dolayısıyla sendikaların genel merkezleri, şubeler ve temsilcilerle ilişki kurarken, yukarıda saydığımız gerekçeleri, dile getirdi, belediyeler adına konuştu: “Belediyelerin bütçeleri yok, daha fazlasını istemeyin, sorun çıkarmayın, sorun çıkarsa, başka belediyeleri bizde örgütlemezler!”

TİS görüşmelerinin geldiği yerde, işçiler; genel merkezlerini, belediyeleri, şirket yöneticilerini, yer yer halkı, şubeden şubeye değişim göstermekle birlikte şube yönetimlerini de ikna etmeye çalışarak, onlarla da mücadele ederek süreci ilerletmeye çalıştılar. Bu yazının uzamaması için sürecin nasıl ilerlediğini ise bir başka yazıda ele alalım.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Dersim ve Ovacık belediyelerine kayyım atandı

SONRAKİ HABER

Değişiyoruz, değiştiriyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa