UCM'nin Netanyahu kararı Arap basınında: Dünya için sınav vakti
UCM'nin Netanyahu için tutuklama emri çıkartması Arap basınında “Uygulama iradesinden yoksun bir karar” olarak değerlendirildi ve “dünya için bir sınav” olacağı vurgusu yapıldı.
Fotoğraf: Narciso Contreras/AA
Yusuf ERTAŞ
Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve görevden alınan Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında verdiği tutuklama kararı, Arap basınında haftanın öne çıkan gündem maddesi oldu. Karar, “Uygulama iradesinden yoksun bir karar” olarak değerlendirildi ve “dünya için bir sınav” olacağı vurgusu yapıldı. Bununla birlikte, kararın, uluslararası alanda Netanyahu ve İsrail’in “hareket serbestisini” sınırlayacağına işaret edildi.
‘UYGULAMA İRADESİ YOK’
Uluslararası Ceza Mahkemesinin kararına Avrupa Birliği Dış Politika Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, destek verdi ve karara saygı gösterilmesi gerektiğini vurguladı. ABD ve İsrail karşı çıkarken ABD’nin yeni seçilmiş Başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Waltz, Trump’ın göreve başlamasıyla birlikte mahkemeye karşı “sert bir yanıt” verileceği tehdidinde bulundu.
Öte yandan, her ne kadar kararın önemine vurgu yapılsa da Rusya Devlet Başkanı Putin ve devrik Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Beşir ile ilgili kararlar hatırlatılarak, kararın uygulanmasının mümkün olmadığına da işaret ediliyor. Mısır merkezli Mısri Al Youm Yazarı Hamdi Rızk, “Bu kararın, uygulanması açısından yok hükmünde olmasından korkuyorum. Çünkü bunu uygulayacak uluslararası bir askeri güç yok ve ayrıca sadece Roma Statüsü’nü onaylayan ülkeler için bağlayıcı. Uluslararası Hukuk Uzmanı Dr. Mahmud Kebiş’in belirttiği gibi, kararı bağlayıcı hale getirmek için BM Güvenlik Konseyine başvurmak da Amerikan vetosu nedeniyle imkansız” diye yazdı.
ABD’DEN DÖRDÜNCÜ VETO
Buna paralel olarak ABD, Gazze’de acil, koşulsuz ve kalıcı bir ateşkes çağrısında bulunan BM Güvenlik Konseyi kararını, ateşkesi Gazze’deki rehinelerin derhal serbest bırakılmasıyla yeterince ilişkilendirmediği bahanesiyle veto etti. ABD’nin bu kararı, “İsrail’e, Filistin halkına karşı soykırım ve katliamlarını sürdürmesi için onay ve örtü sağladığına” işaret edildi ve “Gazze Şeridi’ndeki imha, etnik temizlik, açlık ve yerinden edilme savaşının yanı sıra sivil yaşamın tüm yönleriyle yok edilmesinden sorumlu” olduğuna dikkat çekildi.
LÜBNAN: ATEŞ ALTINDA MÜZAKERE
İsrail’in Lübnan’a yönelik hava saldırıları ise tüm şiddetiyle devam ediyor. Bir yandan da Amerikalı Özel Elçi Amos Hochstein’ın ateş altında müzakere diplomasisi sürüyor. Tunus merkezli Savut Al Şaab gazetesi, “Direniş ile siyonist varlık arasında, Amerikalı siyonist yanlısı Ara Bulucu Amos Hochstein’ın yürüttüğü dolaylı müzakereler, siyonist varlığın silah gücüyle başaramadığını müzakere yoluyla başarmasına olanak sağlama” çabası olarak değerlendirildi.
NETANYAHU’NUN TUTUKLAMA KARARI: DÜNYA İÇİN BİR SINAV!
Al Kuds Al Arabi
Başyazı
Filistin soykırımının 412. gününde, dünyadaki medya organlarında anbean belgelenen bu trajediye ilişkin nihayet Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından önemli bir karar alındı. Mahkeme, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve görevden alınan Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkardı. Mahkeme, bu iki İsrailli yetkilinin sivillere yönelik saldırılara nezaret ettiğine dair “mantıklı nedenler” bulunduğunu belirtti. Suçlamalar arasında, savaş silahı olarak aç bırakma yönteminin kullanılması ve insanlığa karşı işlenen suçlar yer alıyor.
Tutuklama emirleri, işlenen suçun ayrıntılarını, tanımını ve kararın alınmasına ilişkin hukuki gerekçeleri içeriyor. Bu emirler, Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran “Roma Statüsü”ne taraf olan 124 ülkeye iletiliyor. Bu durum, söz konusu ülkelerin, suçlanan kişileri topraklarını ziyaret etmeleri halinde tutuklama yükümlülüğü altına girmesi anlamına geliyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesinin kararına ilişkin uluslararası tepkiler arasında önemli destek açıklamaları öne çıkıyor. Avrupa Birliği Dış Politika Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, kararı “hukuki bir süreç” olarak nitelendirerek, tüm üye devletler ve mahkemeyle iş birliği yapan ortaklar tarafından saygı gösterilmesi gerektiğini vurguladı ve bu kararın “Siyasi bir niteliği olmadığını” ifade etti. Fransa, mahkemenin bağımsızlığını desteklediğini belirterek, onu “Uluslararası adaletin sağlanmasında temel bir yapı” olarak gördüğünü açıkladı.
Benzer şekilde İrlanda, Belçika ve Hollanda da desteklerini ifade etti; Hollanda Dışişleri Bakanı, bu kapsamda planlanan İsrail ziyaretini iptal etti. Kanada Başbakanı Justin Trudeau, ülkesinin “Uluslararası mahkemelerin kararlarına uyacağını” açıkladı. İngiltere Başbakanı Keir Starmer, mahkemenin bağımsızlığına saygı gösterileceğini ifade ederken, İtalya Dışişleri Bakanı da mahkemeyi desteklediklerini söyledi. Norveç ve İsveç de benzer açıklamalar yaptı, ayrıca başka Avrupa ülkelerinden de destek açıklamalarının gelmesi bekleniyor.
Öte yandan, ABD Başkanı Joe Biden kararı eleştirdi. ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Waltz, Trump’ın göreve başlamasıyla birlikte mahkemeye karşı “sert bir yanıt” verileceği tehdidinde bulundu. Aynı şekilde, İsrail liderleri ve yetkilileri de kararı şiddetle eleştirdi.
Bu karar, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra inşa edilen miras üzerinde büyük bir mücadeleye yol açacaktır. Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyinden Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanına kadar uluslararası siyasi sistemler bu mücadelenin merkezinde yer alacaktır. Dünyanın bu sistemleri koruyup koruyamayacağını ya da Trump-Netanyahu ittifakının kaba kuvvetinin bu sistemleri gömüp gömmeyeceğini belirleyecek olan da bu mücadeledir.
HEDEFİ VURMASA DA YANKISI OLUR!
Hamdi RIZK
Mısri Al Youm/Mısır
Uluslararası Ceza Mahkemesinin, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işledikleri gerekçesiyle iki tutuklama emri çıkarması, ne yazık ki, uygulama iradesinden yoksun büyük bir karardır.
Karar “Uygulanmayı bekliyor” ve muhtemelen bu şekilde kalacak; tıpkı on yıllardır uygulanmayı bekleyen ve çoğu adalet açısından ihlal edilmiş Filistin davasıyla ilgili olan diğer büyük BM kararları gibi.
Bu kararın, uygulanması açısından yok hükmünde olmasından korkuyorum. Çünkü bunu uygulayacak uluslararası bir askeri güç yok ve ayrıca sadece “Roma Statüsü”nü onaylayan ülkeler için bağlayıcı. Uluslararası Hukuk Uzmanı Dr. Mahmud Kebiş’in belirttiği gibi, kararı bağlayıcı hale getirmek için BM Güvenlik Konseyine başvurmak da Amerikan vetosu nedeniyle imkansız.
Dr. Kebiş şu şekilde ekliyor: “Ancak, bu kararın siyasi ve tarihi açıdan inkar edilemez bir önemi vardır. İlk kez, uluslararası toplum tarafından kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi, siyonist varlığın liderlerine, ağır yaptırımlara tabii uluslararası suçlar işledikleri gerekçesiyle resmi bir suçlama yöneltiyor. Aynı zamanda bu karar, söz konusu varlığın uluslararası düzeyde bir suç örgütü olarak damgalanmasına yol açarak, onu küresel ölçekte bir parya haline getiriyor.”
Bu kararın yeterli bir sonucu olarak, haklarında tutuklama emri çıkarılan iki suçlunun, kararı uygulayacağını ilan eden ülkelerden -aralarında büyük Avrupa devletleri ve her daim siyonist varlığa destek vermiş Kanada gibi ülkeler de var- herhangi birinde bulunmaya cesaret edemeyecek olmaları gösterilebilir. Bu ülkeler, tarihte İsrail’i desteklemiş olmalarına rağmen bugün mahkeme kararını ciddiye alıyorlar.
“Kurşun hedefi vurmasa da yankısı olur” sözü bu karar için de geçerlidir. Bu karar, siyonist varlığın liderlerinin sinirlerini altüst eden bir kurşun gibi etkili olmuştur. “Netanyahu ve çetesi”nin içine düştüğü panik, İsrail’in Beyaz Saray’a kadar ulaşan tepkisinden anlaşılmaktadır. Bu tepkiler, mahkeme hakkında “taraflı, ayrımcı ve siyasi bir organ” olduğu yönünde suçlamalarda bulunarak bir inkar ve kınama dalgasıyla kendini göstermiştir.
AMERİKAN VETOSU: HALKIMIZI YOK ETME SAVAŞINDA GERÇEK BİR ORTAKLIK
Al Kuds
Başyazı/Filistin
ABD’nin Gazze’deki ateşkes karar taslağını iptal etmek için BM Güvenlik Konseyindeki veto yetkisini kullanması hiç de şaşırtıcı değildi. Çünkü ABD, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki Filistin halkına yönelik soykırım ve etnik temizlik savaşında gerçek bir ortak rolü oynamaktadır. Hatta bu çatışmayı İsrail’in lehine yönlendiren ve her şeyi kontrol eden de ABD’dir. Bu nedenle, verdiği karar, şüphesiz İsrail’e soykırım ve katliamlarını Filistin halkına karşı sürdürmesi için onay ve örtü sağlamaktadır.
ABD, sadece İsrail’i koruyup onun katliamlarını ve savaşını sürdürmesini teşvik eden bu kararları aldığında değil, aynı zamanda İsrail’e silah, mühimmat, cephane ve bombalarla destek verdiğinde de Filistin halkına karşı saldırgan politikalarını tekrar etmektedir. Böylece, çocukların ve kadınların öldürülmesine sahada aktif olarak katıldığını bir kez daha kanıtlamaktadır. Gazze Şeridi’ndeki imha, etnik temizlik, açlık ve yerinden edilme savaşının yanı sıra sivil yaşamın tüm yönleriyle yok edilmesinden sorumludur.
ABD, İsrail yanlısı politikasını sürdürmeye, uluslararası toplumun iradesini kontrol etmeye ve ona meydan okumaya, böylece Ortadoğu’da ve başka yerlerde savaşların, ölümlerin ve yıkımların gidişatını belirlemeye devam etmektedir. Amerikalı siyonist yanlısı Ara Bulucu Amos Hochstein’ın yürüttüğü dolaylı müzakereler, siyonist varlığın silah gücüyle başaramadığını müzakere yoluyla başarmasına olanak sağlama çabasıdır.
Filistinli gruplar ve hareketler, başta Hamas, Halk Kurtuluş Cephesi ve İslami Cihad olmak üzere, bu haksız kararı kınadı. Bu durum, Amerika Birleşik Devletleri’nin düşmanca rolünü açıkça ortaya koymaktadır. Ancak şu soru akıllara gelmektedir: ABD gerçekten ve samimi bir şekilde savaşı durdurmakla ilgileniyorsa, her gün diplomatik girişimlerde bulunuyor ve yetkililerini bölgeye mekik diplomasisi için gönderiyorsa, neden bu savaşın durmasını engelleyen zehirli bir hakkı kullanmaktadır?
Bu, basitçe İsrail’in istediği zamanda ve onunla uyum içinde saldırının sona ermesini istemek anlamına gelir. Bu durum, gerçekten de uluslararası sistemin Amerikan ve İsrail’in küstahlığı ve hegemonyasına bağımlı ve onların kontrolü altında olduğunu kanıtlıyor.
AMERİKA’NIN ORTAK ROLÜ
Hamada FARAİNA
Addastur/Ürdün
ABD, 21 Kasım 2024 Perşembe günü BM Güvenlik Konseyinde Gazze Şeridi’nde ateşkes çağrısı yapan bir kararın kabul edilmesini engelledi. Bu tutum ve politika, Washington’un İsrail kolonisinin savaşını, katliamlarını ve Filistin halkını hedef alan yıkımını sürdürmesi için sağladığı silahlar, askeri ihtiyaçlar, istihbarat bilgileri ve teknoloji desteği kadar kötü bir yaklaşımdır. Bu, Filistin halkının özgürlük, bağımsızlık ve geri dönüş yönündeki meşru umutlarını engellemeye yönelik sistematik bir çabanın parçasıdır.
Aynı gün, ABD, Uluslararası Ceza Mahkemesinin, İsrail Başbakanı Netanyahu ve Eski Savunma Bakanı Gallant hakkında tutuklama emri çıkarılmasını içeren kararını kınadı. Bu karar, sömürgeci İsrail ordusunun 8 Ekim 2023’te Gazze Şeridi’ne başlattığı saldırıdan bu yana Filistinli sivillere karşı işlediği suçları ve bu iki liderin bu suçlara doğrudan nezaret etmesini temel alıyordu.
Washington, Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere yönelik çılgınca süren İsrail savaşını durdurmayı amaçlayan BM Güvenlik Konseyi kararını engellediği gibi, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama emri çıkarma kararını da kesin bir şekilde reddetti. Buna karşılık olarak, bazı kongre üyeleri, Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Karim Han’a, kararı veren yargıçlara ve mahkeme kurumu olarak bu uluslararası yapıya yönelik caydırıcı yaptırımlar uygulanmasını talep etti.
Uluslararası Ceza Mahkemesinin Netanyahu ve Gallant’a karşı verdiği karar, 8 Ekim 2023 ile 20 Mayıs 2024 tarihleri arasında Gazze halkına karşı işledikleri suçlar nedeniyle verilmiştir. Bu tarihler, Savcı Karim Han’ın, her iki ismin mahkemeye çıkarılmaları için tutuklama kararı çıkarma talebini ilettiği gündür. Savcı Karim Han, geçtiğimiz ağustos ayında tutuklama kararının hızlandırılması çağrısında bulunmuştu ve bu çağrı doğrultusunda, 21 Ekim 2024 Perşembe günü tutuklama kararı verilmiştir.
Washington’ın “ateşkes” vetosu ve Uluslararası Ceza Mahkemesinin sömürge liderlerine yönelik kararını reddetmesi, Washington’ın sadece sömürgeci, yayılmacı ve ırkçı politikalara destek vermekle kalmadığını, aynı zamanda bu politikalarda bir ortak, destekçi ve suçlarına siyasi, hukuki, askeri ve istihbarat anlamında da dahil olduğunu göstermektedir.
LÜBNAN DÜŞMEYECEK
Faruk CUVAİDA
Al Ahram/Mısır
İsrail saldırısının vahşiliğine ve acımasızlığına rağmen zaman geri döndü ve Lübnan, direnişle İsrail’e kararlılık ve kayıpların büyüklüğü konusunda bir ders verdi. Hizbullah’ın füzeleri Tel Aviv’in kalbine ulaştı, onlarca askeri üs ve radar istasyonunu yok etti, onlarca askeri öldürdü. Lübnan halkı geçmişteki mücadelelerini yeniden canlandırdı, direnerek Arapların birinci davasını canlı tuttu ve Gazze’deki Filistin halkıyla cesurca dayanışma gösterdi.
Lübnan işgal altındaki topraklarını savunuyor, ders veriyor ve tarih yazıyor. Bu, Lübnan için yeni bir durum değil; geçmişte de savaştı, direndi ve İsrail’e destek veren birçok uluslararası tarafı bile kendi yanına çekti. Şimdi bazıları, Lübnan’ın direnişi ve mücadelesinin Gazze’den ayrıldığını düşünüyor, ancak bu yanlış bir sonuçtur. Gazze’nin bugünkü direnişi, büyük ölçüde Lübnan direnişinin desteğinden güç alıyor. Bu roller ve güçler birbirinden ayrı düşünülemez, çünkü hepsi İsrail’e karşı tam bir savaş verdi ve bunun bedelini tek başlarına ödediler.
Tarih yazıldığında, şehitlerin kanları, tüm slogan ve nutuklardan önce gelecektir. Direnen Lübnan, mücadele eden Gazze, Yemen ve Irak’ın kahramanları, henüz ölmemiş bir ulus için yeni bir tarih yazıyor. Tarih, vatan ve toprak için canlarını veren şehitlerde duracak ve gereksiz sayfaları silip atacaktır. Gazze ve Lübnan’da yaşananlar, modern çağın en tehlikeli savaşlarıdır ve tüm dengeleri değiştirecektir. Arap dünyası artık eskisi gibi olmayacak. İsrail’in bölgedeki varlığına gelince, artık hiçbir güvencesi kalmadı, çünkü gelecekte onu daha kötü günler bekliyor.
SİLAHLA ELDE EDEMEDİKLERİNİ MÜZAKERELERLE DE ELDE EDEMEYECEKLER
Savut Al Şaab/Tunus
Lübnan’a yönelik hain siyonist saldırganlık, büyük emperyalist ülkelerin kendileri tarafından oluşturulan tüm norm ve yasalara ve bu ülkeler tarafından oluşturulan ve dünya üzerinde hegemonya ve kontrol kurdukları kurumların kararlarına açıkça meydan okuyarak devam ediyor.
Saldırı sürüyor, ancak sonuç Gazze’dekiyle aynı: Suçlu varlık, sivil ve savunmasız insanları katletmek, evleri ve sivil tesisleri yıkmak, yüz binlerce insanı yerinden etmek ve onları her yerde takip etmek konusunda başarılı olsa da direnişi sona erdirmekte, güneyi delip geçmekte ve işgal etmekte başarısız kaldı. Bu esnada büyük askeri ve teçhizat kayıplarına uğradı. Bunu yaparken, tıpkı Gazze’de olduğu gibi Lübnan’da da çamura batıyor ve iğrenç ve yalan propagandasında kullanabileceği bir tür “başarı” elde etmek için zaman kazanmaya çalışıyor.
Direniş ile siyonist varlık arasında, Amerikalı siyonist yanlısı Ara Bulucu Amos Hochstein’ın yürüttüğü dolaylı müzakereler, siyonist varlığın silah gücüyle başaramadığını müzakere yoluyla başarmasına olanak tanımayacaktır.