Prof. Dr. Mesut Yeğen: Sınırlarını belirledikleri çözüme zorluyorlar
“Kürt siyasetini, sınırlarını kendilerinin tayin ettiği bir çözüm çerçevesini kabul etmeye zorluyorlar. Bahçeli hızlı ve etkili, Erdoğan ise daha yavaş ve kontrollü adımlarla ilerlemek istiyor.”
Fotoğraf: Mustafa Kamacı/TCCB
Dilan TEMİZ
Meclisin açılışından bu yana Bahçeli’nin Öcalan çıkışıyla başlayan süreç ve beraberinde devam eden gelişmeler hızlandı. Bir taraftan Öcalan çağrıları sürerken bir taraftan da operasyon sinyalleri veriliyor ve muhalefete yönelik operasyonlar da kayyım atamaları da devam ediyor. Prof. Dr. Mesut Yeğen ile adı konulmamış sürecin içeride nasıl ilerlediğini, Bahçeli ve Erdoğan’ın olası hesaplarını konuştuk. Yeğen, “MHP ve Bahçeli hızlı ve etkili, Erdoğan ise daha yavaş ve kontrollü adımlarla ilerlemek istiyor. İktidarın istediği türden bir ‘çözüm’ ancak Öcalan eliyle gelebilir” dedi.
"CHP’YLE KÜRT SİYASETİNİN İŞ BİRLİĞİNE SON VERİLMEK İSTENİYOR"
‘Çözüm’, ‘yeni süreç’ tartışmaları, kayyım atamaları ve beraberinde muhalefete yönelik operasyonlarla, pek çok baskıyla sürüyor. ‘Yeni süreç’ tartışmaları hız kazanırken iktidar ne yapmak istiyor?
Öncelikle şunu belirtmek lazım: Ortada başlamış bir süreç henüz yok. Başlama ihtimali olan bir süreçten söz edilebilir. Bir süreç başlayacaksa eğer bugün itibarıyla başlangıcın öncesindeyiz. Bu başlangıç öncesi dönemde yapılanlar iktidarın birkaç şey birden yapmak istiyor olabileceğine işaret ediyor. Öncelikle, iktidar Kürt siyasetini kendisinin belirlediği bir çerçeveye girmeye, sınırlarını kendisinin tayin ettiği bir çözüm çerçevesini kabul etmeye zorluyor olabilir. Muhtemel sürecin iki ‘eşit’ taraf arasında değil, tayin eden ve tabi olacak olan iki taraf arasında olacağını kabul ettirmek istiyor olabilir. İkinci olarak, yeni bir çözüm süreci ihtimalini şaşkınlıkla karşılayan kalabalıklara “Merak etmeyin, güvenlikçi çizgiden vazgeçmedim” demek istiyor olabilir. Son olarak, muhtemel bir sürece Kürt siyasetinin daha zayıf, daha kolu kanadı kırık ve daha ‘mecbur’ bir biçimde girmesini sağlamak istiyor olabilir devlet.
Ancak kayyım atamalarının bir de sadece Kürt siyasetini değil, onunla beraber CHP’yi ilgilendiren bir kısmı var. CHP’yle DEM Parti’nin kent uzlaşısı formülünün CHP’ye kazandırdığı belediyelere kayyım atanmasıyla CHP’yle Kürt siyasetinin 2019’dan beri sürdürdükleri iş birliğine son verilmek isteniyor sanki. CHP’ye Kürt siyasetiyle beraber hareket edersen terör destekçisi olarak itham edilmeye, Kürt siyasetine de CHP’ye destek vermeye devam edersen belediyelerine kayyım atanmasına hazır ol denilmiş oluyor.
"ERDOĞAN VE BAHÇELİ’NİN ÖNGÖRÜLERİNİN FARKLI OLMASINDAN KAYNAKLI"
‘Yeni süreç’e dair son gelişmeler ve siyasilerin açıklamalarıyla bu sürece dair oluşan belirsizlikler vardı. Nitekim DEM Parti de sürekli olarak bu belirsizliğin giderilmesi için çağrılarda bulundu. Bu belirsizliğin nedenleri neler? İktidar soru işaretlerini neden gidermiyor?
Belirsizliğin önemli bir kısmı iktidarın iki ortağı arasındaki farktan kaynaklanıyor. Anlaşılan, MHP ve Bahçeli hızlı ve etkili adımlarla, Erdoğan ise daha yavaş ve kontrollü adımlarla ilerlemek istiyor. Bu fark bir kısmıyla iki aktörün sürecin muhtemel akıbetine dair öngörülerinin farklı olmasıyla, bir kısmıyla da Erdoğan’ın sürecin 2028 seçimlerine etkisinden emin olmamasıyla ilgili olabilir.
"ÖCALAN’LA DEM’LİLERİN GÖRÜŞMESİNİN ÖNÜNÜN AÇILMASI UZLAŞMA İŞARETİ"
‘Bahçeli ve Erdoğan arasında bir fikir ayrılığı var’ tartışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu tartışma süreci nasıl etkiliyor?
“1 Ekim’de başlayan şeyden Erdoğan’ın haberi yoktu, Bahçeli Erdoğan’a dayattı” yorumlarına katılmıyorum. Ancak daha önce söylediğim üzere sürecin hızına ve atılacak adımlara ilişkin olarak iki isim arasında bir ayrışma olduğu belli. Nitekim, bu ayrışma Bahçeli’nin “vakit tamam” diyerek rest çekmesine yol açtı ve geçen haftanın grup konuşmalarından anlaşılan o ki Erdoğan da resti görmeyip Bahçeli’yle uzlaşmanın yolunu buldu.
Geçen haftanın grup konuşmaları Öcalan’la DEM’lilerin görüşmesinin önünün açılması şeklinde bir uzlaşmaya varıldığını gösteriyor. Şimdi bekleyip Öcalan’la görüşmenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini ve gerçekleşirse görüşmeden ne çıkacağını görmek lazım.
"SURİYE’DE OLANLARI HESABA KATINCA İHTİMAL SIFIRA YAKIN"
Tokalaşmayla başlayan süreçte hem Bahçeli’nin hem de Erdoğan’ın son konuşmaları ortaya koydu ki Bahçeli’nin Öcalan ısrarı sürüyor. Bahçeli’nin Öcalan ısrarı ne anlam ifade ediyor? Ardındaki nedenler nerelere dokunuyor? Ayrıca “DEM Parti’liler Öcalan’la yüz yüze görüşsün” teklifi bu noktada nerede duruyor?
İktidarın istediği türden bir ‘çözüm’ ancak Öcalan eliyle gelebilir. İktidar, özellikle de Bahçeli örgütün silahsızlanmasını öne alan ve ancak silahsızlanma olursa Kürtlerin hak ve hukukunu konuşmayı esas alan bir süreç öngörüyor. Kürt hareketini buna yakın bir çerçeveye Öcalan’dan başkasının ikna etmesi mümkün değil. Kabul edilir, edilmez ayrı bir konu ancak PKK’nin silahsızlanması teklifini ancak Öcalan yapabilir. Silahsızlanmayla beraber Kürtlerin hak ve hukukunun da tanınacağı bir çerçeveyi ancak Öcalan geliştirirse PKK ve Kürt siyaseti üzerinde etkili olabilir. Öte yandan, iktidar şunu da hesap ediyor olabilir. Olur da Öcalan örgüte silahsızlanma çağrısı yapar da örgüt buna karşı çıkarsa Öcalan ve DEM Parti örgütün silahsızlanmasını isteyenler cephesinde kalsın. Ne var ki Suriye’de olanları hesaba katınca bu son seçeneğin işleme ihtimali sıfıra yakın.
"İRAN VE RUSYA’NIN SURİYE’DEKİ GELİŞMELERE NASIL MUKABELE EDECEĞİ ÖNEMLİ"
Tüm bu süreçte Türkiye’nin Suriye ve Rojava’ya yönelik politikaları nerede duruyor? Düne kıyasla ne gibi değişiklikler var? Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamaları bu konuya nasıl bir perspektif kazandırıyor?
Suriye’de Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) Halep’i ele geçirmesi işleri nasıl etkiler henüz bilebilmek mümkün değil. Ancak bu olmadan önce gelen sinyaller Türkiye’nin SDG’nin sınırın 30 kilometre gerisine ve Fırat’ın doğusuna çekilmesi karşılığında Rojava’daki özerk yapıyla bir arada yaşamayı kabul edebileceğini ima ediyordu. Ancak şu anda bütün taşlar yerinden oynamış durumda. İran ve Rusya’nın Suriye’deki bu gelişmelere nasıl mukabele edeceğini görmeden Türkiye’nin Suriye ve Rojava perspektifini değerlendirmek zor.