‘Yeni’ Suriye, ‘eski’ sorunlar
“Yeni Suriye” olarak adlandırılan Suriye’deki yönetim değişikliğinin ilk haftalarında ortaya çıkan Hristiyan ve Alevilere yönelik tutum “eski” meselelerin henüz aynı yerde durduğuna işaret ediyor.
![‘Yeni’ Suriye, ‘eski’ sorunlar](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/280544.jpg)
Fotoğraf: Emin Sansar/AA
Yusuf ERTAŞ
Suriye, Arap basınında ana gündem maddesi olmaya devam ediyor. Hristiyanlara ait Noel ağacının yakılması ve Alevilerin kutsal mekanlarından olan Hüseyin bin Hamdan el-Hasibi türbesine yönelik saldırı görüntülerinin paylaşılması sonrası Alevilerin yoğun olarak yaşadığı bölgeler protesto eylemlerine tanık oldu. Öte yandan Fırat’ın doğusunda Türkiye tarafından desteklenen Suriye Milli Ordusu (SMO) güçleri ile ana gövdesini Kürtlerin oluşturduğu ve ABD tarafından desteklenen Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında yer yer çatışmalar devam ederken bir taraftan da Kürtlerin geleceği ile ilgili olarak yoğun bir diplomatik trafiğin yaşandığına işaret ediliyor.
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Komutanı Mazlum Abdi, SDG’nin yeni Suriye ordusuna entegre olmaya hazır olduğunu ancak bunun için müzakereler yoluyla “uygun bir formül” üzerinde anlaşmaya varılması gerektiğini söyledi. Şarkul Awsat’a verdiği röportajda Abdi, “Suriye’nin birleşik bir ülke olarak kalması” gerektiğini, ancak siyasi sistemin şeklinin belirlenmesinin “Suriye halkının iradesine ve anayasal tartışmalara bağlı olması gerektiğini” ifade etti.
Bu arada Colani tarafından atanan Şam’ın Yeni Valisi Mahir Mervan, “İsrail ile hiçbir sorunlarının olmadığını” açıkladı. İsrail ise Suriye topraklarındaki işgalini kalıcı hale getirmeye çalışıyor. Bu duruma dikkat çeken Lübnan merkezli Al Ahbar Yazarı İbrahim el Emin, HTŞ yönetimindeki Suriye’nin “Arap-İsrail çatışmasının temas hattı dışında kaldığına işaret ederek “Yeni Şam yönetimi, Suriye’nin İsrail dahil dünyada hiçbir ülke için tehdit kaynağı olmayacağını dair söz verdi. Ancak İsrail’in Suriye’yi başkaları için bir tehdit kaynağı olarak kullanması durumunda nasıl tepki vereceğini söylemedi” diye yazdı.
Arap basınının kimi kesimlerinin Suriye’de patlak veren Alevi protestolarıyla ilgili olarak İran’ı sorumlu tutması dikkat çekti. HTŞ yönetiminin Dışişleri Bakanı Esad Hasan el-Şibani de, İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney Hükümetini Suriye'nin iç işlerine müdahale etmemesi konusunda uyardı. Genel olarak Arap ülkeleriyle ilişkileri geliştirmeye çalışan İran için bölgede ibrenin Suriye’deki yönetim değişikliği ve ABD-İsrail girişimleriyle tersine döndüğü söylenebilir.
LÜBNAN VE GAZZE UNUTULUYOR MU?
Lübnan’da İsrail’in ateşkes ihlalleri devam ediyor. Lübnan merkezli Ennaşra haber sitesi, “İsrail’in ateşkes anlaşmasına varılmasından sonra, sanki ateşkesin sadece bir taraf için geçerliymiş gibi davrandığı konusunda herkesin farkında” olduğuna ve anlaşmayı ihlal etmeye devam eden “İsrail’e, karşı herhangi bir denetim veya engel” olunmadığına dikkat çekti.
2025 yılına girerken İsrail’in Gazze’deki katliamları hız kesmeden devam ediyor. Ancak Gazze unutuldu. BAE merkezli Al Halic Gazetesi Yazarı Ali Kabaca bu duruma işaret ediyor ve “Netanyahu’nun savaşı sürdürme ısrarının ve bölgeyi tamamen yok etme hedefinin, insani durumun geri dönülemez bir noktaya ulaşmasına neden olduğuna” dikkat çekiyor. Kabaca, “İsrail’in bitmek bilmeyen şartları, olası bir ateşkesi engelliyor. İsrail, kendi esirlerinin serbest bırakılmasını talep ederken savaşı sürdürmeye, yardımları kısıtlamaya ve Gazze’nin yüzde 90’ını tahrip eden saldırılarını derinleştirmeye devam ediyor” diye ekliyor.
HANGİ SURİYE’DEN BAHSEDİYORUZ?
İbrahim El EMİN
Al Ahbar/Lübnan
Suriyelilerin ve Lübnan’daki bizler de dahil olmak üzere diğerlerinin ne istediği, coğrafi sınırların ötesine geçen tartışmalı konular olmaya devam ediyor. Ahmed Şara’nın (Colani), yeni yönetimin tüm Lübnanlılara eşit mesafede duracağı yönündeki açıklamaları, daha önce Suriye’de görev yapan tüm yetkililer tarafından dile getirilmişti. Mesele niyetlerle ilgili değil, Suriye’nin Lübnan’da tarafsız olmasını engelleyen gerçeklerle ilgilidir. Burada konuşulan yer Brezilya veya Endonezya değil; ekonomik, güvenlik ve siyasi açıdan Suriye varlığının yoğun olduğu bir alan ve halktan bahsediyoruz.
Gerçek bir tarafsızlık sağlanacağı düşüncesiyle hareket etmek hata olacaktır. Suriye’nin Lübnan’ın gerçekten bağımsız bir ülke olduğu temelinde hareket etmesi fikri siyasi eylem kurallarına aykırıdır. Bu, Suriye’ye Lübnan’ın iç işlerine karışması için bir davet değildir. Taif Anlaşması’ndaki “özel ilişkiler” ifadesi Hafız Esad tarafından dayatılmadı çünkü Lübnan arenasındaki önemli rolünü oynamak için Lübnan’daki herhangi bir otorite tarafından meşrulaştırılmaya ihtiyacı yoktu. Hatta Beşar Esad, iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kurulacağını ilan ettiğinde, Lübnan’ın Şam’daki büyükelçiliği ve Suriye’nin Beyrut’taki büyükelçiliği yalnızca vatandaşlarla ilgili işlemler için kullanılıyordu. Eğer Suriyeli mülteciler ülkelerine dönerse, Suriye büyükelçiliği işlevsiz hale gelecektir.
Şu anda sorun, yeni Suriyeli yetkililerin (Onlar bir alternatif otoriteye dönüşene kadar bu şekilde tanımlanacaklar) Suriye’nin çevresiyle ilişkilerine dair özel bir vizyona sahip olmamalarıdır. Yeni yöneticiler, Türkiye’nin Suriye şehirlerinde rahatça hareket edebilen tek komşu olduğunu ve birçok dosyada nihai söz sahibi olduğunu bilmekte ve buna göre hareket etmektedirler. Baas rejimini deviren Türkiye’nin müttefiklerinin Türkiye’nin güvenlik ağından kopma yolunda olduklarına dair hiçbir belirti yok. Aksine, yeni yönetim yapısının inşa süreci, bu Suriyeli grubun, ordunun, güvenlik güçlerinin, polis teşkilatının yeniden inşasından, eyaletlerin ve belediye işlerinin düzenleneceği yasal çerçeveye kadar her türlü desteğe ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Buna ek olarak, Suriye’nin devletin yeniden inşası, altyapı, ekonomik sistem ve mali ve parasal politikalar açısından Türkiye’nin katkılarına büyük bir ihtiyacı var. Türkiye, Suriyelilere yönelik bireysel, grup veya devlet düzeyinde herhangi bir desteğin gelmesi için başka bir geçiş noktasının bulunmasını kabul etmeyecektir.
Yeni yöneticilerden İsrail ile ilişki kurma yönünde bir açıklama beklenmese de İsrail karşıtı ya da Filistin’deki İsrail işgaline karşı direnişle güçlü bir dayanışma içinde olmalarını beklemek de zor olacaktır. Ayrıca, yönetimin İsrail’in Güney Suriye’deki genişlemesinin devam edeceğini bilerek bu genişlemeye karşı adımlar atacağını düşünmek safça olur. Suriye’nin batısına, özellikle de düşmanın (İsrail) kendi güvenliği için bir tehlike kaynağı olarak gördüğü Ürdün ve Irak sınırlarına doğru ilerleyebileceğine dair işaretler var.
Elimizdeki ilk sonuç, Suriye’nin artık Arap-İsrail çatışmasının temas hattı dışında kaldığıdır. Suriyelilerden, ister vatandaş ister yetkili olsun, bu konunun gündeme getirilmemesini isteyenlerin, İsrail’e olan düşmanlığın kuşak ülkelerinin gerçek bağımsızlığının bir göstergesi olduğunu hatırlamaları gerekir. Bu mantığı reddedenler, sadece Lübnan, Mısır ve Ürdün’ün durumuna bakmalıdır.
Ayrıca Suriye, bizimle birlikte, yeni Amerikan yönetiminin ilgi alanındaki yerini belirleyen bir meydan okumayla karşı karşıya. Donald Trump’ın Suriye olayıyla ilgili olarak bazıları tarafından “umursamazlık” olarak yorumladığı sözler söylediği doğrudur, ancak yeni yönetimin pratikteki eylemi Seçilmiş Başkanın ne söylediğine bağlı olmayacaktır. Özellikle de ABD ve İsrail’in Lübnan’daki direnişe giden askeri ikmal yollarını kapatmakla yetinmeyip bundan daha fazlasını istediği düşünülürse, hiç kimse Amerika’nın hedefini ve Washington’un yeni hükümetten talep defterinde Lübnan’la ilgili özel bir adım olup olmadığını belirleyemiyor. Amerikalılar Suriye’nin Lübnan’da yeni bir rol üstlenmesini düşünürse bu tehlike daha da artacaktır. Özellikle, son savaş Amerikalılara Lübnan’da Hizbullah ile doğrudan bir çatışmaya dayanabilecek bir güç bulmanın zor olduğunu gösterdi.
Tüm bu gelişmeler bizi başlangıç noktasına geri götürüyor. İsrail’e karşı tutum, ikincil bir mesele değildir. Suriyeliler iç meseleleriyle meşgul olduklarını söyleseler ya da bazıları ülkenin İsrail’e karşı koymanın yüksek maliyetini göze alamayacağını iddia etse bile bu durum görmezden gelinemez. Düşman (İsrail) yeterince caydırılmış görünmediğinden ve Suriye ve Lübnan’a karşı yeni düşmanca eylemlerde bulunabileceğinden ve bu kez en büyük endişe kaynağı olan Suriye topraklarını kullanarak Lübnan’a saldırabileceğinden dolayı zorluk devam etmektedir. Yeni Şam yönetimi, Suriye’nin İsrail dahil dünyada hiçbir ülke için tehdit kaynağı olmayacağına dair söz verdi. Ancak İsrail’in Suriye’yi başkaları için bir tehdit kaynağı olarak kullanması durumunda nasıl tepki vereceğini söylemedi!
GAZZE VE YENİ YIL
Ali KABACA
Al Halic/BAE
2025 yılının arifesinde, Gazze Şeridi, her şeyi yakıp yıkan ve halkını sorumsuzca öldüren yıkıcı bir İsrail savaşının pençesinde. Kurbanları dünyanın gözünde sadece sayılardan ibaret hale geldi. Her gün onlarca insan öldürülüyor, aileler nüfus kayıtlarından tamamen siliniyor, ancak kimse bu duruma aldırış etmiyor. Öyle ki, bu trajediler sanki önemsizmiş gibi haber bültenlerinin alt köşelerinde yer alıyor.
Dünyanın en küçük ve en yoğun nüfuslu bölgelerinden biri olan Gazze, İsrail’in elindeki en modern Batı silahlarına karşı koymaya çalışıyor. Sanki bu küçük bölge, “uygar dünya” için büyük bir tehdit oluşturuyormuş gibi, yok edilmesi ve boyun eğdirilmesi gereken bir düşman olarak görülüyor. Bu sözde uygarlık, İsrail’in güvenliği adına on binlerce çocuğun ve kadının katledilmesine aldırış etmiyor.
14 aydan uzun bir süredir, İsrail savaş makinesi ölüm ve yıkım saçmaya, şehirleri enkaza çevirmeye devam ediyor. Özellikle Kuzey Gazze’de soykırıma varan bu saldırılar, insan hakları örgütleri tarafından bir trajedi olarak tanımlanıyor. İsrail ordusu, hastaneler başta olmak üzere altyapıyı, kamu hizmetlerini, okulları, yolları ve binaları hedef alarak sistematik bir şekilde yok ediyor. Gazze, artık yaşanamayacak bir yer haline gelmiş durumda; halk her gün bombalarla, açlıkla, hastalıkla ve yaşam koşullarının yokluğuyla mücadele ediyor.
Gazze’ye uygulanan 17 yıllık abluka, savaş öncesinde de halkı açlık riskiyle karşı karşıya bırakmıştı. Ancak şimdi, Netenyahu’nun savaşı sürdürme ısrarı ve bölgeyi tamamen yok etme hedefi, insani durumun geri dönülemez bir noktaya ulaşmasına neden oluyor. İsrail’in bitmek bilmeyen şartları, olası bir ateşkesi engelliyor. İsrail, kendi esirlerinin serbest bırakılmasını talep ederken savaşı sürdürmeye, yardımları kısıtlamaya ve Gazze’nin yüzde 90’ını tahrip eden saldırılarını derinleştirmeye devam ediyor. Bu sadece bir savaş değil, sistematik bir katliam; hedefi ise insanları, doğayı ve tüm yaşamı yok etmek.
Bu durum karşısında tek çözüm, Filistin halkının direnişini desteklemek, onlara her türlü yardımı sağlamak ve bu aşırı sağcı İsrail hükümetine soykırımı durdurması için azami baskı uygulamaktır. Aksi halde Gazze tamamen yok olacak. Şu anki gücünün sarhoşluğunu yaşayan İsrail, yalnızca Gazze’de değil, bölgenin tamamında gerilimi tırmandırmaya devam edecek. Daha önce Lübnan’ı yerle bir eden, Batı Şeria’yı kuşatan İsrail, şimdi de Suriye’nin bazı bölgelerini işgal edip halkını tehdit ediyor. Peki, Netenyahu Hükümetinin hesap vermeksizin ve hukuku çiğneyerek hareket etmesi ne zamana kadar sürecek? Bu, uluslararası topluma yöneltilmiş acil bir sorudur.
İSRAİL İHLALLERİ ‘ZİRVEDE’, YENİ BİR SAVAŞ OLASILIĞI GERÇEK Mİ?
Ennaşra/Lübnan
İsrail ile Lübnan arasında ateşkes anlaşmasının yürürlüğe girmesinin ilk gününden itibaren, her gün anlaşmanın ihlaliyle ilgili bir dizi İsrail saldırısı kaydedildi.
Bazen İsrail güçleri belirli bir sınır bölgesine ilerlerken, bazen burada veya orada bir hedefe saldırı yaparak, ya da bir araç ya da motosiklet hedef alarak, ayrıca güney köylerinin birçok sakininin evlerine dönmelerine engel olarak bu ihlalleri gerçekleştirdi. Tüm bunlar, anlaşmanın “garantörü” olması beklenen tarafların gözleri önünde oldu.
İsrail’in ihlallerinin, anlaşmada belirtilen altmış günlük sürenin sonunda “aşamalı olarak” azalması beklenirken, tam tersine giderek arttığı görüldü. Son günlerde bu ihlaller zirveye ulaştı, bu da anlaşmanın imzalanmasından bu yana ilk kez Bekaa bölgelerinin hedef alınması ve sınırdan oldukça uzak bölgelerde kara saldırıları yapılmasıyla kendini gösterdi. Bu durum, özellikle sembolik Hujayr Vadisi’ne yapılan saldırıyla, halkın tekrar bölgeden göç etmesine neden oldu.
Lübnan cephesinde, Hizbullah tarafından yapılan ilk günlerdeki tek “şekilsel” karşılık dışında, anlaşmaya yönelik kayda değer bir ihlal olmadı. “Özür dilemeden önce uyar” şiarıyla yapılan bu karşılık, daha sonra Lübnan devletine bırakıldı ve İsrail’in ihlallerini ve saldırılarını çözme sorumluluğu devlete verildi. Bu durumu, Parti Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım, birçok konuşmasında vurguladı ve bu da partinin “sabrı koruma” politikasını benimsemiş olduğu izlenimini verdi; ya da belki de topu “devletin sahasına” atmak istedi.
Ancak son günlerdeki ihlallerin artması, aynı zamanda Hizbullah’ın söylemlerini de sertleştirdi. Bu, Milletvekili Ali Fayyad’ın, “İsrail’in saldırganlığını sınırlamada ciddi bir başarısızlık” olduğunu belirttiği kısa açıklamasında ortaya çıktı. Bu açıklama, birçok soru işaretine yol açtı: Acaba siyasi çevrelerin hâlâ endişe duyduğu savaşın yeniden başlaması, gerçek bir olasılık mı? Ve İsrail, gerçekten Lübnan’ı böyle bir senaryoya mı çekiyor?
İlkeler açısından, İsrail’in ateşkes anlaşmasına varılmasından sonra, sanki ateşkes sadece bir taraf için geçerliymiş gibi davrandığı herkesin farkında olduğu bir durum. İsrail, anlaşmayı ihlal etmeye devam etmekte, buna karşı herhangi bir denetim veya engel bulunmamaktadır. Bu yaklaşım, anlaşma çerçevesinde İsrail’in “hareket serbestisi”ni koruduğunu iddia etmesiyle de doğrulanmaktadır; bu serbestlik, açıkça belirtilmemiş olsa da, aslında Hizbullah’ın kazandığı zafer anlatısını sarsmaya yönelik bir strateji olabilir. Bu şekilde, Hizbullah, sürekli devam eden saldırılarla, her gün normalleşmeye zorlanmaktadır.
Bu durum, son bir aydır İsrail’in davranışlarında açık bir şekilde görülmektedir. Aslında, askeri operasyonların yoğunluğu en düşük seviyeye inmiş, birçok bölge operasyonlardan uzak tutulmuş ve başta Beyrut ve güney banliyöleri olmak üzere, bölgeler kısmen “normal” bir hayata dönmüştür. Ancak aynı zamanda, şu anda yaşananlar, ekim 2023 ile eylül 2024 arasındaki “Destek Cephesi” dönemiyle benzerlikler taşımaktadır, ancak bu kez yalnızca İsrail tarafından tek taraflı olarak uygulanmaktadır.
Hizbullah, Lübnan devletine İsrail’in ihlallerini çözme görevini bırakmışken, belki iç ve dış baskılar nedeniyle, savaşın yeniden başlaması için İsrail’e bir gerekçe sağlamamayı tercih etmektedir. Ancak İsrail, Hizbullah’ı son derece zor durumda bırakmaktan çekinmemekte ve Lübnan’da kendisini “serbest” bir şekilde hareket ediyormuş gibi davranmaktadır. Sürekli olarak uyarılar yapmakta, istediği yerde kara operasyonları düzenlemekte ve “Hizbullah’a ait” olduğunu iddia ettiği binaları yıkmakta, buna karşılık herhangi bir kanıt sunmak zorunda kalmamaktadır.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi İsrail, ihlal ve ihlallere paralel olarak, 60 günlük sürenin dolmasından sonra bile kuvvetlerini güney Lübnan’da tutma niyetine ilişkin “tehlikeli” haberleri kasıtlı olarak sızdırıyor.
Son günlerde bazı İsrail gazetelerinde yer alan haberlerde, sınırda toprak setler ve tampon bölgeler oluşturulduğu, böylece İsraillilerin olup biten her şeyi izleyebileceği ve bunun da mevsimler boyunca devam edecek gibi görünen “psikolojik savaş” kapsamına girebileceği belirtiliyor.
Evrensel'i Takip Et