Türkiye’nin yeni “Girl Band”i: Big5
Big5, "Ruhunu ortaya koyan bir hayali yaşayacak” gibi sloganlardan yola çıkıyor. Peki ruhumuzu ortaya koymak her zaman hayallerimizi yaşamamızı sağlar mı?
Elif TAN
Boğaziçi Üniversitesi
Türkiye’nin yeni kadın müzik grubunu kurma iddiasıyla yola çıkan yarışma programı “Big 5”, son zamanların en popüler yapımlarından biri oldu. Yapımcılığını Tolga Alkış’ın üstlendiği programın jürilerinde profesyonel dansçı Enes Abdulla ve Hepsi grubunun eski üyesi olarak tanıdığımız şarkıcı Gülçin Ergül bulunuyor. Program farklı dans ve ses elemelerinden geçerek yarışmaya hak kazanan 15 genç kadınla başladı ve bu genç kadınlar uzun bir kamp sürecinden geçti. Bazı yarışmacılar; İngilizce şarkı söyleme, söz yazma, müzik klipi çekme gibi farklı görevlerin olduğu bu kamp sürecindeki düellolarda elendi. Şu an finalde yarışmaya hak kazanan 12 yarışmacı ile final döneminde olan programın ilk final bölümü geçtiğimiz haftalarda yayımlandı.
Programın en önemli özelliklerinden biri yarışma programlarının toksikliğini ve dramasını içinde bulundurmaması. Özellikle kadın yarışmacıların yarıştığı programlarda sık gördüğümüz, program daha fazla izlensin diye yapılan kurgu kavgalar, birbirinin kuyusunu kazma ve arkasından konuşma gibi dramalar bu programda yer almıyor. Günlerinin çoğunu birlikte geçirdiği için doğal olarak yakın arkadaş haline gelen yarışmacılarımız, hırslarının kurbanı olmuyorlar. Rakip olmalarına rağmen her an birbirlerini desteklediklerini hissedebiliyoruz. Aynı zamanda jüriler de çok konuşulsun diye olaylı yorumlar yapmaya çalışmıyor. Eleştirilerin yapıcı bir şekilde sunulması ve katılımcıların bireysel durumlarına özen gösterilmesi açısından takdir edilmeyi hak eden yarışma programı; kadınların güncel yaşam koşullarını göz önünde bulundurarak onları başarabilecekleri hedeflere yönlendirmesiyle oldukça değerli. Bireylerin gelişim süreçlerinin dikkate alınması, bize eğitimde daha özenli ve bireysel ihtiyaçlara uygun bir yöntemin önemini hatırlatıyor.
“Ruhunu ortaya koyan bir hayali yaşayacak”, “ödül dev gibi bir kariyer” gibi sloganlardan yola çıkan yarışma programı, her bölümün başında gösterdiği “Türkiye’nin her noktasında eril dil ve hakimiyet altında kendini korumaya, aramaya, bulmaya çalışan milyonlarca genç kadının; yaratıcılığına, yeteneğine ve hayallerine adanmıştır” yazısından da anlayabileceğimiz gibi kendini eşitlikçi bir iş olarak görüyor. Peki ruhumuzu ortaya koymak her zaman hayallerimizi yaşamamızı sağlar mı?
RUHUMUZU ORTAYA KOYMAK HAYALLERİMİZİ YAŞAMAYI SAĞLAR MI?
Programı izlerken fark ettiğimiz önemli noktalardan birisi yarışmacı genç kadınların çoğunun dans veya ses eğitimine erişebilmiş, ailesi tarafından desteklenmiş, rahatça sanat eğitimi alabilmiş kadınlar olması. Birkaç yarışmacı hayatını kurmak için zor koşullarda çalışmış, hayallerini gerçekleştirmek için fırsatlarını kendisi yaratmak zorunda bırakılmış olsa da genel tabloya baktığımızda sosyoekonomik olarak iyi arka planları olan kadınlar görüyoruz. “Yeterince çabalarsan her şeyi başarırsın” lafını hayatlarına uygularken sorun yaşamayan bu kadınlar, anladığımız kadarıyla genellikle sanat eğitimine ulaşırken zorluk çekmemişler. Peki bu Türkiye’nin geri kalan genç kadınları için de geçerli mi?
İKSV’nin 2022 yılının Nisan ayında hazırladığı “Kültür Sanat Dünyasında Toplumsal Cinsiyet Raporu”na göre görüşmelere katılan 18 sektör profesyoneli; Türkiye’de kadın olmayı “dışlanma”, “ayrıştırılma”, “erkek diline, egemenliğine, tahakkümüne maruz bırakılma”, “sokakta rahat yürüyememe”, “ciddiye alınmama” “erkeklerden daha çok çalışmak zorunda kalma”, “susturulma”, “cinsel hayatını saklama baskısını hissetme” ve “biteviye bir mücadele içinde olma” gibi ifadelerle tanımlıyor. Kadın olmanın kariyerleri üzerinde olumsuz etkisi olduğunu düşünenlerin oranı %53 iken erkek olmadıkları için dezavantaj yaşadığını belirtenlerin oranı %63. Ayrıca her 10 katılımcıdan 7’si çalıştıkları sektörde kendi aralarında da eşit olmadıklarını düşünüyor. Eşitsizlik kaynakları arasında ilk sırada gelen mesleki hiyerarşiyi (%72) sosyo-ekonomik eşitsizlikler (%52) ve fiziksel özellikler (%51) takip ediyor. Ayrımcılığa karşı ne yapılmalı diye sorulduğunda ise verilen cevaplar yasal düzenlemeler, eğitim müfredatının düzenlenmesi ve bu alanda örgütlenme sağlanması gerektiği yönünde.
Programı izlerken fark edilen başka bir şey ise Güney Kore’deki “K-pop” endüstrisinden esinlenerek oluşturulmuş olması. K-pop piyasası dışarıdan gözüken renkli şovların arkasında oldukça kontrolcü ve katı bir yapıya sahip. Ülkenin büyük müzik şirketleri “idol” grupları oluşturma sürecinde, genç sanatçıların hayatlarının hemen her yönünü belirliyor. Diyet, kıyafet, sosyal hayat, ilişki durumları ve hatta ne zaman gülümseyeceklerine kadar birçok şey şirketlerin denetiminde. Performans mükemmelliği için yoğun antrenman süreçleri uygulanıyor. Bu, uyku eksikliği, tükenmişlik ve anksiyete gibi ciddi sorunlara yol açabiliyor. Çok uzun yıllar süren sözleşmeler ile pek çok yasal hakları ihlal edilen bu genç müzisyenler adeta birer “ürün” gibi görülüyor. Büyük şirketler büyük paralar kazansın diye hayatları satılıyor. Sanat, insanın yaratıcı potansiyelini ortaya koyması ve kendini ifade etmesi için en özgür alanlardan biri olmalıyken şirketler, belli bir kalıbın dışına çıkmaya çalışan sanatçıları baskı altına alıyor ve sadece ticari başarıyı hedefleyen bir sistem inşa ediyor. Her türlü üretim; şarkı da müzik de sanat da, geri kalan tüm sanatsal üretim alanları da, dilediğince üretme değil satılanı üretme alanı.
“Big5”, özellikle genç kadınlar arasında yüksek bir popülerliğe ulaşmış durumda. Üstelik bu kadarla kalmayıp, uzun bir süre boyunca sürmesi muhtemel görünüyor. Programdan temennimiz reyting uğruna kavga çıkaran diğer “reality show”lardan farklı olarak sunduğu sıcak ortamı devam ettirirken kâr hırsı peşindeki şirketlerin gölgeleri altında oluşan “sektörel hastalık”lardan kurtulması.
Benim Big5’ımda Sueda, Ayça, Esin, Dilara ve Mina var. Sizin Big5’ınız kim?
Evrensel'i Takip Et