Uzun’du, Arif’ti, dağ gibiydi Erol abimiz
Arif Bektaş, hastalığı sebebiyle 21 Ocak'ta Almanya’nın Frankfurt kentinde hayatını kaybeden komünist devrimci Erol Büyükkaraca’yı yazdı.
İLGİLİ HABERLER
Erol Büyükkaraca’yı yitirdik
Erol Büyükkaraca törenle İstanbul’a uğurlandı
Erol Büyükkaraca, binlerce yoldaşı tarafından İstanbul’da son yolculuğuna uğurlandı
Arif BEKTAŞ
İnsan hali işte. Hani bazen, bir sorunun içinden çıkamazsın ve yana yana çözüm yollarını ararsın. Bazen, çaresiz olduğunu hisseder, sadece arkana yaslanıp düşüncelere dalarsın. Ya da karmaşık bir olayın içinden sıyrılmak için çırpınıp durursun ya. İşte insanın bu durumlarda Arif olan dağ gibi bir yoldaşı varsa, o açmazların hepsi bahar güneşi gören buzun erimesi misali çözülüp akar gider.
Erol Büyükkaraca ile yolu bir şekilde kesişen birilerinin temel hissidir bu. İlk kez gördüğü insanlara bile hissettirdiği güven ve yakınlığın belirgin bir görünürlüğü vardı. Kim olursa olsun, sorununu büyük bir dikkatle dinler ve çözüm yolları göstermeye çalışırdı.
Sadece sorunlar karşısındaki titizliği, kararlılığı, çabası onu anlatmaya yetmez. Bir kır ya da orman gezintisinde çiçekler ve ağaçlarla kurduğu yakınlığı, şarkı söylerken sözlere yüklediği duyguyu, şiir okurken duyumsattığı hiddetin seviyesini, izlediği filmdeki mesajın etkisi ve en önemlisi okuduğu kitapta anlatılanı yanı başındakilere özenle aktarması da yetmez onu anlatmaya.
Çok değil, belki de sadece birkaç hafta ya da birkaç ay önce sohbet ettiği yoldaşını tekrar gördüğünde candan sarılması ve “kardeş” diye hitap ederek sırtına hafif dokunuşla, sanki yıllarca görmemiş gibi halini hatırını yüreğinin derinliklerinde hissederek sorması da yetmez onu anlatmaya.
Hiçbir yoldaşının evinde, kendisine misafir muamelesi edilmesini sevmez ve istemezdi. İlk kez gittiği bir ev de olsa, çok kısa sürede evi tanımaya çalışır ve birden ev sahibi oluverirdi. Mutfak işlerinin ustasıydı. Onlarca kişi de olsa orada, mutlaka bir işin ucunda tutarak, adeta hizmet etmeye çalışması da yetmez onu anlatmaya.
Özel bir diyet yapıyordu. Ciddi olmasa da uzun süredir yaşadığı bir sağlık sorunu dolayısıyla yememesi gereken bazı gıdalar vardı. Ama bir evde aş pişecekse, hiç ama hiçbir gün “Benim şu ürünleri yemem yasak” demez, arkadaşlarının yemek ya da yapmak istediği yemeğe müdahale etmezdi. Sofraya konan neyse, onların içinden yiyebileceklerini seçerdi. Yoksa da yemek zorunda değildi. Kimsenin, kendisinin diyetinden etkilenmesini istememesi de yetmez onu anlatmaya.
Evine misafir olmak onun için ayrı bir neşeydi. Yoldaşlarının ne yiyip içtiğini bilirdi. Hazır hale getirirdi. Coşkuyla yolunu gözlerdi. Gelen yoldaşını, kapıda konuştuğu dilde sıcak bir merhaba ile kucaklardı. Bu karşılama, İngilizce, Fransızca, Almanca, Kürtçe, Türkçe ya da hani İspanyolca, İtalyanca da olabilirdi. Gelen kişi sayısı kadar terliği, ayağa giyilecek yönde hazır hale getirmesi, çocuk misafirlerine büyüklerden daha çok özen göstermesi de yetmez onu anlatmaya.
Yoldaşlarını ve dünyamızı çok hem de çok erken terk etmesi yaptığı en büyük yanlışı oldu. Çok yanlışları olmazdı. Ama elbette her insan yanlış yapabilir. Yanlış yaptığını ya da en ufak bir tartışma veya muhabbette yoldaşını kırıp üzdüğünü düşündüğünde ise, büyük bir özen ve titizlikle yoldaşının gönlünü alması ve yeri geldiğinde içtenlikli bir özür dilemesi de yetmez onu anlatmaya.
Hiçbir şey onun değil gibi davranırdı. Onun için, giydiği elbiseden okuduğu kitaba, içtiği kahveden cebindeki parasına kadar her şey partinin ve yoldaşlarınındı. Kimin ihtiyacı varsa onundu. Özel mülkiyet ve sahip olma hırsı gibi duyguların onun dünyasında yeri yoktu. Ziyaret ettiği yoldaşlarına eli boş gitmezdi. Mutlaka bir hediyeyle, örneğin bir çiçekle uğrardı. Her yoldaşına ayrı ve özel bir önem vermesi de yetmez onu anlatmaya.
Hafızası o kadar güçlüydü ki, 70’lerin ortalarından itibaren, neredeyse tüm şarkılar, filmler, oyunlar, kitaplar ve türlü yayınlarda neler yayınlanmış, bunlara kim ne reaksiyon göstermiş, hatta kimler arasında nasıl bir sohbet geçmiş, tümü hafızasına kayıtlıydı. Not alırdı, ama not almasa da her şeyi hatırlaması ile yoldaşlarını hayretlere düşürmesi de yetmez onu anlatmaya.
Sürekli kitap, makale ve bazı yazıların okunmasını önerirdi. Sadece bunlar mı? Sohbetler esnasında, yoldaşına katkısı olabilir diye sinema, tiyatro, müze, sergi ve müzikal önerileri ile de gelirdi. Sinemacı, tiyatrocu, sporcu ve müzisyenlerle ilişkilerinde, bu alanlardaki birikimiyle adeta onlardan biriymiş gibi yapabildiği içtenlikli sohbetler de yetmez onu anlatmaya.
Kendinden söz etmek onun için bir züldü. Söz etmezdi zaten. Bazen yoldaşları ısrarla bazı şeyler sorunca, belki birkaç cümle kurmuşluğu olmuştur. Mesela Arif ismini alması ve bu yüzden yaşadığı zorlukları, gördüğü ağır işkencelerde dağ gibi dimdik ayakta durmasını kimseye anlatmamıştır. Bunu bilen bilir. Sadece, sevdiği bir arkadaşının adını taşımak için Arif ismini kullandığını söyler geçerdi. Çünkü olayı anlatsa, kendisinin baş eğmez tutumunun ortaya çıkacağı ve kendisinden söz etmiş olacağı için bundan rahatsız olması da yetmez onu anlatmaya.
Gençlerle buluşmak onu hep heyecanlandırırdı. Dinlerdi. Çok dinlerdi. Ama nerede ona söz düşse, vakit ya da başka hiçbir şey onun gençlere bir şeyler anlatmasına engel olamazdı. Türlü sorun ve sıkıntıları olan tek tek her genci ve sorununu can kulağıyla dinler ve anlamaya, yardımcı olmaya özel bir önem verirdi. Çünkü o, gençliğin oynayacağı rolün önemini bilir, gençliği örgütlemenin parti bayrağını taşıyan işçi sınıfının heyecanına güç katacağını bilerek hareket ederdi. Gençliğin olası bir eksikliğinden söz ederken kurduğu olağanüstü özenli cümlelerin gençler tarafından hem bir eleştiri ve hem de can yoldaşının sıcak omuzunu hissettiren bir coşkuyla karşılanması da yetmez onu anlatmaya.
Savrulmalar, yoldaşlara yapılan haksızlıklar ve işçi sınıfı davasına verilecek herhangi bir zarar karşısındaki kararlı ve tavizsiz duruşu, davasına sıkı sıkıya sarılışı, uluslararası işçi sınıfı hareketinin güçlenmesi için harcadığı enerji bitmek bilmezdi.
Partisine ve yoldaşlarına duyduğu sevgi ve heyecan anlatılamayacak kadar büyüktü. Kapitalizme ve gericiliğe karşı duyduğu öfke de bir o kadardı.
Öğretmendi, bilim insanıydı, çevreciydi, kültür insanıydı, yazardı, çok okurdu, incelerdi. Herkese örnek bir devrimciydi Uzun Arif.
Kendisinden sonra gelecek kuşakların yolunu, bilgisi, birikimi ve kararlı tutumuyla aydınlattı Erol Büyükkaraca. O kadar çok örnek alınacak özellikleri var ki, bir makale yetmez onu anlatmaya.
Evrensel'i Takip Et