23 Ekim 2013 07:00

Yaman Kayabalı

"Anne, ben barbar mıyım?​’ başlıklı 13. İstanbul Bienali, açılışından aylar öncesinden ismi, sponsorları, konusu, grafik tasarımı ve başka konular nedeniyle çeşitli merciler tarafından birçok eleştiriye maruz kaldı. Peki bu kadar eleştiri neden?

Eczacıbaşı Holding kontrolünde bulunan İKSV tarafından düzenlenen İstanbul Bienali Türkiye’nin uluslararası alanda en itibarlı ve ünlü sanat etkinliği. Dünyanın farklı yerlerinden güncel sanatçıların davet edildiği İstanbul Bienali, modern ve çağdaş sanat alanında uluslararası seyircinin ilgisini çekebilecek dünyaca ünlü sanatçıların işlerinden yoksun Türkiye için oldukça önemli bir olay. Ayrıca kabul edilmeli ki, New York, Londra, Paris gibi şehirlere kıyasla, yok denecek kadar az sanat müzesi ve sergisine sahip İstanbul’da bienal, sanatseverler tarafından iştahla beklenen bir etkinlik.13. İstanbul Bienali’ne karşı birçok eleştiri var fakat bunları televizyon, gazete gibi popüler iletişim araçlarında görmek pek de mümkün değil. 13. İstanbul Bienali başlamadan önce bienalle ilgili bazı ön çalışma etkinliklerinde yapılan protestolarla ilgili haberler medyada neredeyse yok denecek kadar az yer aldı. Artık ana akım medyadaki bienal incelemesi ve eleştiri eksikliğinden midir bilinmez, bienalde bazı ciddi sorunlar ortaya çıkıyor.

KAMUSAL ALAN, BİENAL VE GÜNCEL SANAT

Bige Örer’in rehberde yer alan ön sözünde bahsettiği gibi 13. İstanbul Bienali ‘kamusal alanın toplumsal mücadeleler, sanat ve siyaset açısından gücüne odaklanıyor.’ Fakat bu odaklanma nasıl bir sonuç veriyor ve bienali ziyaret eden vatandaşa nasıl yansıyor? Kanımca Gezi olaylarının gölgesinde kalan bienal, kamusal alanların toplumsal mücadele açısından önemine ve gücüne dair herhangi bir vurgu yapamıyor. Bunun birinci nedeni bu vurgunun Gezi direnişi sırasında ortaya çıkan duvar yazılarıyla, sokak sanatıyla, fotoğraflarla ve diğer görsel çalışmalarla zaten çok çarpıcı bir şekilde yapılmış olması. İkinci neden ise bienalde yer alan işlerin aslında kamusal alanla pek de alakalı olmaması ve genel olarak kavramsal sanat işlerinin vatandaşa, ‘bu şimdi sanat mı?​’ dışında herhangi bir mesaj verememesi. Salt Beyoğlu’nun giriş katının neredeyse tamamını kaplayan Diego Bianchi isimli sanatçıya ait tuhaf ‘yerleştirme’, kamusal alanla ilgili herhangi bir mesaj veremeyen işler arasından ön plana çıkanlardan biri. Bu işle ilgili Salt’ta herhangi bir bilgilendirme olmadığından dolayı bienal rehberine bakmamız gerekiyor. Maalesef bienal rehberindeki açıklamada da bu işin, kamusal alanın toplumsal mücadeleler, sanat ve siyaset açısından önemiyle nasıl bir alakası olduğu açıklanmıyor ve ‘Dükkan vitrinlerinin veya sokak tezgahlarının yapısını eserine uyarlayan sanatçı, bulunmuş nesnelere veya ‘alt sınıf’ olarak nitelendirilebilecek döküntülere sığınak oluşturan sürrealist bağlantılar tasarlıyor: değerini veya işlevini kaybetmiş ve dolaşımdan kaldırılmış metalar.’4 şeklinde karışık, zor ve kimi zaman düşük cümleler kuruluyor. Odak noktasını kamusal alan olarak belirlemiş 13. İstanbul Bienali’nde, bizzat İstanbul’un kamusal alanlarında yaşanan devlet baskısına dair neredeyse hiçbir iş görememek hayal kırıklığı yaratan bir başka durum.

KAMUSAL ALANDA SANAT HERKESE HİTAP EDER

Bienal rehberinin girişinde Fulya Erdemci uzun uzun Gezi direnişini anlatıp, öneminden bahsediyor. Tabii bu bahis ilginç bir tezat oluşturuyor çünkü Gezi direnişi, 13. İstanbul Bienali’nin seçilen işler ve anlatım dili nedeniyle sıradan vatandaştan ne kadar uzak olduğunu gayet çarpıcı bir şekilde ortaya çıkarmakla kalmadı, galeri duvarlarına hapsedilmiş kavramsal sanatın bir grup küratör ve sanatçı dışında kimseyi etkileme gücü olamayacağını da gözler önüne serdi. Gezi bir sanat etkinliği değildi ve bu nedenle bir bienalle kıyaslanması kesinlikle doğru değil fakat Gezi olayları sırasında ve sonrasında İstanbul’da gerçekleşen çeşitli performanslar ve sanatsal işler, kamusal alanda yapılan sanatın topluma olan etkisini eşsiz bir şekilde bize sundu. Bu nedenle bienali değerlendirirken, ziyaretçilerin aklına kazınmış ve sadece 3 ay önce gerçekleşmiş, ülke tarihinin en büyük sivil itaatsizliği olan Gezi’yi göz önünde bulundurmamak doğru olmaz. İzleyiciler tarafından ‘Duran Adam’ olarak adlandırılan Erdem Gündüz’ün muazzam performansından, İstanbul Fındıklı’da görsel sanatın en basit ve masum eylemi olan boyamayla renklendirilen merdivenlere, kamusal alanda sanatın, toplumun büyük kesimlerine hitap edebileceğini ve dönüştürücü olabileceğine tanık olduk.
Sonuç olarak bu sene kamusal alana odaklanan 13. İstanbul Bienali’nin, Türkiye tarihinin en büyük sivil eylemi olan Gezi direnişinden 3 ay sonra açılmasının kendi adına büyük bir talihsizlik olduğunu söylemek mümkün. Gezi’den sonra, kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen bir bienalin kamusal alana dair ciddi bir tartışma yaratamayacağı ortada. Her şeye rağmen 13. İstanbul Bienali’nde bu sene sergilenen en etkileyici, renkli ve kışkırtıcı çalışma olan Halil Altındere’nin Harikalar Diyarı isimli işi ve Galata Rum Okulunun en üst katında sergilenen, sermaye-medya-kentsel dönüşüm ilişkilerini ifşa eden Mülksüzleştirme Ağları gibi ziyaretçilerin ilgisini çekebilecek bazı işler yer aldı. Bu sene aldığı yorumlar ve eleştirilerle kendini geliştireceğini umduğumuz İKSV’den 2014’ün son çeyreğinde düzenleyeceği 2. İstanbul Tasarım Bienali’nde daha başarılı bir çalışma bekliyoruz.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et