Sevginin öyküsü
14 Şubat’ın Sevgililer Günü (Aziz Valentine Günü) olarak kutlanması antik çağlara ve çok tanrılı dinlerin şenliklerine dayanmaktadır. Ayrıca bu günün İngiltere ve Fransa’da 'kuşların çiftleşme günü' olarak bilindiği de söylenir. Şairlerimizden ve ünlülerden aşk şiirleriyle kutluyoruz 14 Şubatı...
Sennur SEZER
14 Şubat’ın Sevgililer Günü (Aziz Valentine Günü) olarak kutlanması antik çağlara ve çok tanrılı dinlerin şenliklerine dayanmaktadır. Ayrıca bu günün İngiltere ve Fransa’da “kuşların çiftleşme günü” olarak bilindiği de söylenir.
Katolik Ansiklopedisinin din şehitleri listesinde eski 14 Şubat gününe kayıtlı üç tane Aziz Valentine bulunmaktadır. Söylentiye göre Sevgililer Günü’ne adını veren Aziz Valentine Romalı askerlerin evlenmesinin yasak olduğu dönemde; onların evlenmelerine yardım ettiği için öldürülmüş.
Aziz Valentine’nin onuruna kutlama günü, 496 yılında Papa Gelasius tarafından ilan edilmiştir. Kırtasiyeci Esther Howland’ın 1847 yılında ilk Sevgililer Günü kartını yollamayıp bunun yaygınlaşmasını sağlamasından bu yana 14 Şubat’ı, çok sayıda insan kutladı. Bunun doğal sonucu olarak da olayın ticari yönü önem kazandı. 1969 yılında kilise takviminden Aziz Valentine günü çıkarıldı.
Şeriatla yönetilen Müslüman ülkelerinde sevgililer günü hoş karşılanmamaktadır. Suudi Arabistan’da resmi olarak da kutlama etkinlikleriyle bu günün kutlanmasında kullanılan ürünlerin satışı yasaktır.
Biz şairlerimizden ve ünlülerden aşk şiirleriyle kutluyoruz 14 Şubatı.
BİR AYRILIK MEKTUBU
Nâzım Hikmet’ten Galina Kolesnikova’ya
...Yazının ömrü daha uzundur.
Senden erkek olarak gidiyorum. Dostun olarak, istesen de, istemesen de, yanındayım. Ben yaşadıkça nasıl Münevverin ve Memedin, sorununu taşıyorsam seninkini de taşıyacağım. (...)Hiç kimseye kızma, beni hiç kimse baştan çıkarmadı. Başka türlü hareket edemezdim, bir daha tekrar ediyorum. Ben iki ay kadar Ortaasyaya gideceğim. İki ay sonra kadınlık öfken durulursa ve beni görmek istersen, gelirim. Bir kere daha söylüyorum, sen istesen de istemesen de en yakın insanın benim. Sen de benim en yakınımsın . Ne diyecekler? dedikodu yapacaklar, belki sevinenler olacak! falan diye.
(Hasretle, Nâzım Hikmet Mektupları, Haz:M. Metin Güneş, YKY)
AHMED ARİF’TEN LEYLA ERBİL’E
22 Mayıs 1954 Bismil
Leylâm, Merhametsiz Ömrüm,
Suskun, uzanmış, seni yaşıyorum. Hastalığım grafikte birdenbire yükseldi. Doktorsuz, eczanesiz, sıhhıyesiz, Allah’ın belâsı bir köydeyim. Aileme, gözleri görmez olmuş anama yalan söylüyorum. Hastalığımı anlatamıyorum.(...) Bu korkunç kaos içinde sen, yeşil ve derin huzur, kafamdasın. Kurtuluşumu, her şe-yimi, dünyayı sevmemi sana bağladım, sana borçluyum. (...)Ve ben, orada yanında kalmam gerekirken, eşşek gibi buraya geldim. Belâmı da buldum. Oh olsun!
Canım, ben Said’i (Sait Faik) senden çok önce tanıdım... Şairsin, dehâ gizleyen bir şair. Korkunç üzüntülere kapılman, bundandır. Ben Said’i sevdim... Sanırım, Sait de arkadaş ve artist olarak yalnız beni sevebildi. Bu, onun sözüdür. (...)Bu işte, yani ölümünde, senin hiçbir -ama hiçbir— günahın, kusurun ve hatân yok. Onu, cemiyetimizin rezil ve taşlaşmış kayıtsızlığı, sağırlığı, korkaklığı, berbat şarapları, her biri korkunç birer zehir olan Şark yemekleri öldürdü.(...)
(Leylim Leylim, Ahmed Arif’ten
Leyla Erbil’e Mektuplar,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)
ORHAN VELİ’DEN NAHİT HANIM’A
(İstanbul) 6 Mart 1949
Canım Nahitim,
Florya’dayım. Dünden beri seni görmüyorum. Özlemiş olabilirim değil mi? Ama yine de bu satırları yazmayabilirdim. İhtimal sarhoşluk. Yarın dersin yok. Bu mektubumu ancak salı günü alacaksın. O âna kadar da sana mektup yazdığımı söylemeyeceğim. Yazdığım şeyin sahiden bir mektup olduğuna inanmak istiyorum. Ne vakittir yazmadığım için olsa gerek, mektup yazmaya hasret kalmış olacağım. Bu hasretin içinde senin bana karşı iyi şeyler duyduğun günlere de hasret var galiba. Zaten bu satırları yazmaya senden askerliğim sırasında aldığım mektupları hatırlayarak karar verdim. Senin yanında olayım olmayayım, yıllardan beri bütün hatıralarım seninle dolu. Bunu duyup düşündükçe bana zaman zaman ettiğin haksız sitemlerden dolayı sana kırılıyorum. Ama doğrusu şu anda onları da aklıma getirmek istemiyorum. Biraz sarhoşum ve bu sarhoşluğum içinde sen benim iki sene, beş sene, yedi sene, on sene, on iki sene evvelki sevgilimsin.
Sevgili Nahitçiğim, bundan sonra bana kötü sözler söylerken ne olursun bu hissimi hatırla. Sana karşı o kadar iyi şeyler duyuyorum ki senin kötü bulduğun hallerim bile belki bu hislerden geliyor. Belki salıya kadar beklemene razı olamayacak, bu mektubun bir an evvel eline geçmesi için, ev adresine göndereceğim. Başkalarının eline geçebilirmiş. Geçsin.
Orhan Veli
NAHİT HANIM’IN ORHAN VELİ’YE GÖNDEREMEDİĞİ MEKTUP
(Edirne) 12 Kasım 1950
Orhan, cevapsız mektup yazmak çok garip oluyor. Geçen akşam seni rüyamda gördüm. Ankara’ya gitmişsin. Sana Dora iş bulmuş... Seni acaba Ankara’da mı diye düşündüm. Mektuptan herhalde benim çok sıkıntılı olduğumu anlamışsındır. Elimden geldiği kadar muhite uymaya ve neşeli görünmeye çalışıyorum. Bu mektubuma cevap yaz. Yılbaşında tatil olursa Ankara’ya gitmeyi düşünüyorum. İstanbul’da sefil oluyorum. Yatağım gözümde tütüyor. Sen yakından bilirsin. Zaman zaman evden ne kadar sıkılırdım. İşte böyle, herşey tersine... Senin Ankara’ya gitmeye niyetin var mı? Tabii bütün bunlar şimdilik düşünülecek şeyler. Yılbaşına epey zaman var. Bana çok ender mektup yazdığına göre uzun yaz. Ben sana cevap istediğim zaman bildiririm. Yeni şiirlerin varsa gönder. Şiire de hasret kaldım. Meğerse ihtiyaçmış. (...)Bugün cumartesi. Mektepte benden başka kimse yok. Çocuklar bahçede bir maç dinliyorlar, saat dört buçuk. Beş buçukta mütalaaya girecekler. Bugünlük kimse gelmezse onlara ben bakacağım. Ben yazacak bir şeyler bulamıyorum. Ancak kendimden bahsedebildim. O da hayli sıkıntılı iş. Senden muhakkak mektup bekliyorum. Uzun olsun, baştan savma olmasın. Yeni şiirleri istiyorum. Gözlerini öperim.
Nahit
(Yalnız Seni Arıyorum, Nahit Hanım’a Mektuplar, Orhan Veli, YKY)
EINSTEIN’DEN MARIC’E
Winterthur, Perşembe
(Mayıs’ın ikinci yarısı? 1901)
Sevgili Dollie’m,
Okuldan eve geldiğimde masanın üzerinde bulduğum sevgili mektupçuğunu -o çok tatlı mektupçuğu- yanıtlamadan yatmak istemiyorum. Bir defa daha, pazar günü sevgili Dollie’mi görmek için can atıyorum. Neşelen ve kaygılanma, sen benim en kıymetli, en sevgili aşkımsın, ne olursa olsun.
(...)Bu gece moleküler kuvvetler yasasının nasıl saptanacağını düşünerek pencerenin önünde iki saat oturdum. Harika bir fikir geldi aklıma. Pazar günü sana anlatacağım.
Kız kardeşimden hâlâ hiçbir cevap almadım. Bu sıralar şu sıkıntılı ergenlik çağını sürüyor. Umarım ergenlikten sağ salim çıkar. Michele de bana hâlâ yazmadı. Sanırım babasına başvurup bana bir sigorta firmasında iş bulup bulamayacağını soracağım. Açlık işi sinir bozucu. Bunun dışında sevgilin önemli biri, biraz talihsiz olsa da.
Yazmak çok aptalca. Pazar günü seni bizzat öpeceğim. Seni kucaklıyor ve selamlarımı yolluyorum.
Albert’in
Mutlu birleşmemize kadar! Sevgiler!
(Aşk Mektupları, Albert Einstein&Mileva Maric, Çeviri:Nursel Yıldız, Alfa)