Demokrasi kahramanlığı mı?
İstifa eden komutanlar kamuoyu karşısına, “Olağan olmayan bir şey yok! Gördüğümüz lüzum üzerine istifa ettik!” yüzüyle çıktılar ama Genelkurmay Başkanı ve Deniz Kuvvetleri Komutanı, personellerine yayımladıkları mesajda; TSK’nın hedefe konduğundan, yıpratıldığından, arkadaşlarının haksız-hukuksuz tutuklanmış olmasından yakındılar, mağdur edildikleri için istifa ettiklerini açıkladılar.
Batı basınında ise değerlendirmeler bir boyutuyla, “Eskiden olsa darbe yaparlardı şimdi istifa ediyorlar” diye özetlendi. Ve ortam biraz soğuduğunda AKP yandaşı basın ve tarih bilinci yoksunu liberal destekçileri, şimdiden de ifade etmeye başladıkları gibi, Erdoğan ve Hükümeti’nin (ve AKP’nin) demokratlığından, askeri politika dışına çıkarma cesaretinden, Erdoğan’ın demokrasi kahramanlığından kalkarak bir kampanya başlatacaklardır. Hazırlıklar o yöndedir. Ve bu kahramanlık; “yeni bir Anayasa yazılması” konusunda Erdoğan’a “dokunulmazlık” sağlamayı da amaçlayacak görünmektedir. Nitekim o da cumartesi gecesi yayınlanan “Ulusa Sesleniş”te bu niyetini ilan etmiştir.
Aslına bakılırsa hükümetin “askerin kolunu bükmesi”, Evrensel okurları için şaşırtıcı bir durum değildir. Tersine buna illa bir hesaplaşma denecekse “çok geç kalmış bir hesaplaşma”dır. Çünkü en azından 1980’lerin sonundan beri ABD ve batı emperyalizmi, bizimki gibi ülkelerde orduları, ülkeleri batı emperyalizminin rayına oturtmak için bir manivela olarak kullanmayı tercih etmeyen bir stratejiyi benimsemişlerdir. Bu yüzden de son 30 yılda askerin son müdahalesi, o da “post modern darbe” diye alaya alınmış bir darbe karikatürü olan “28 Şubat darbesi”dir. Nitekim o “darbenin şefi” olan generaller, takibata bile uğramamışlardır.
AKP’ni bugün “özel mahkemeler” kurup, “darbecileri yargılıyoruz” üstünden propaganda yürüttüğü “darbe hazırlıkları” ise, tam da arkasındaki darbeleri darbe yapan asıl gücün çekildiğini fark etmeyen şaşkın generallerin “darbe yapma sıkıntıları üstünden yaptıkları geyik muhabbetleri” üstüne kurulmuştur. Yani NATO ve batı emperyalizminin, orduların kullanarak cuntalarla gidişata müdahale etmeyi terk etmesi 1980’lı ve ‘90’lı yılların ilk yarısında tamamlanmasına karşın, Türkiye’de bu hesaplaşmanın yapılamamasın nedeni Kürtlere karşı yürütülen savaştı. Çünkü bu savaşta hükümetler Kürt sorununu, düzenli orduyla kontrgerillayı ve onun yöntemlerini kullanan bir savaşla Kürt direnişini kırarak çözeceklerini sanıyorlardı. Bu generaller için de bir fırsattı. Kürtlere karşı yürütülen ve çeyrek yüzyılı aşan savaş, bu savaşta askere duyulan ihtiyaç, askerin politika dışına çıkarılması için “sivil” girişimleri önleyen başlıca neden oldu. Ve bu savaşta da başarısızlığa uğraması generallerin politikaya müdahalelerine tepkileri genişletirken, asker üstünde darbecilik ve “devrimcilik” taslayanları tarihin çöp sepetine atan gelişmeleri hızlandırmıştır.
Komutanların istifasının arkasından BDP Meclis Grubu Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, komutanların istifasını; ”Kürtlere karşı yürütülen savaşın başarısızlığa uğramasının faturasının komutanlara kesildiği” biçimindeki değerlendirmesi gerçeğin bu önemli boyutunu yansıtmaktadır. Komutanların, “kendi personellerine” yayınladıkları mesajdaki sitem ve şikayetleri de Kürtlere karşı savaşta canhıraş mücadele içinde olmalarına karşın bunun anlaşılmamış olmasıyla ilgilidir.
Peki, bu gelişmeleri, hükümetin Kürt sorununun silahla çözülemeyeceğini anladığı, dolayısıyla “barışçıl çözüm seçeneklerini öne çıkaracağı” biçiminde yorumlayabilir miyiz? Mantık bunun böyle olması gerektiğini söylese de Erdoğan ve hükümeti de kendisinden önceki tüm hükümetler gibi, “Şiddetin unsurlarını öncekiler iyi ve etkin biçimde kullanmadı; biz bunu daha iyi ve daha etkin biçimde kullanacağız” diyen bir çizgiyi benimsemiştir ve son günlerde bunu açıkça ilan etmişlerdir. Onun için de 15 yıl önce bölgeden çekilen “Özel tim”in yeniden bölgeye gönderilmesi, gerillaya karşı özel eğitilmiş polis ve askeri birliklerin kullanıldığı bir “kontrgerilla” savaşının öne çıkarılarak sorunun çözeceğini hükümet açıkça gündemine almıştır. Bu yüzden de askerle hükümetin “kol bükme” mücadelesinde asker tarafının “havlu atması” olarak okunabilecek üst komutanların istifaları; Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve barışın gelişmesine hizmet eden bir gelişme olarak yorumlanmasını olanaklı kılmamaktadır.
Tersine bu gelişmeler;
1-) Hükümetin şiddeti daha profesyonelce kullandığı ve Kürt siyasi güçlerini esas olarak şiddet yoluyla tasfiye amacını öne çıkardığı,
2-) Asker içinde hükümetin siyasi olarak örgütlenerek, askerin siyasete müdahalesini dışlayan ama askerin siyasal iktidarın gücü olarak kullanıldığı bir döneme geçildiğini göstermektedir.
Önümüzdeki günlerde hükümetin bu gelişmeleri nasıl değerlendirdiğini daha açık biçimde göreceğiz.
Evrensel'i Takip Et