4 Ağustos 2011

Politikanın mı silahlara kumanda edeceği, yoksa silahların mı politikaya kumanda edeceği tartışması eski bir tartışmadır. Pek çok devrimci grup bu sorunu parti, ordu bağlamında tartışmış, kendilerince bir sonuca ulaşmışlardır. Ama çok eski çağlardan günümüze kadar gelen ve artık genel kabul görmüş olan görüş, politikanın, yani iktidarın, ya da elinde silahlı güçler bulunan bir partinin silahlara kumanda edeceğidir.
Açıkçası politikasız bir silahlı güç yönünü belirleme olanağından yoksundur. Ama bu durumu sadece bir biçimde tersine çevirme olanağına da sahiptir. Doğrudan politikanın içine girerek ve iktidar ilişkisini elindeki silahlara da dayanarak kendi iktidarı biçimine dönüştürerek! Ama ister sivil nitelikte olsun, isterse askeri görünümlü olsun iktidarın asıl sahibi, asıl gücü elinde bulunduran güç, egemen sınıftır. Günümüzde bu egemen sınıf, iktidarı elinde bulunduran asıl güç büyük burjuvazidir.
Burjuvazinin olağan yönetimi sivil iktidarların, hükümetlerin devleti ve ülkeyi yönetmesidir. Ordular, polis ve mahkeme, diğer kurumlar meşru hükümetin emrinde olmalıdır. Bugün Batılı demokrasiler denilen ülkelerdeki genel durum ve görüntü böyledir. Ülkemizde ise devletin şekillenmesinde ve bugünkü biçimini bulmasında ordunun önemli bir rolü oldu ve bu durum olağan burjuva iktidarlarının şekillenmesi sürecini uzattı. Ama gelişen ve güçlenen bir burjuvazinin, devletin şekillenmesinin eski biçimine razı olamayacağı artık iyice ortaya çıkmış bulunuyor.
Bu burjuvazi, sadece ordunun olağan yerine çekilerek devleti ve düzeni korumaya devam etmesini değil, aynı zamanda burjuva sınıfın devlet olanaklarından ve yönetim işlerinden, avantajlardan ve arpalıklardan eşit pay almasını, ya da gücü oranında pay almasını gündeme getiriyor. Daha açık bir biçimde yazarsak generaller sadece Koç’un ve eski birkaç büyük grubun mu gardiyanı olacaklar, yoksa safları genişlemiş bulunan, içlerinde “muhafazakar yaşam tarzına” da sahip olanlar da dahil, büyük burjuvazinin genel çıkarlarının savunulmasını gözeten bir pozisyonda mı olacaklar? Hükümetin bir bakanının açıkça ifade ettiği gibi, karpuzun göbeğini kim yiyecek? Hepsini birkaç grubun yemeğe devam etmesine bir son verilmeli, karpuzun göbeğinden sofraya yeni gelenlere de güçleri oranında pay verilmelidir.
İçte yaşanan bütün bu süreç uluslararası planda emperyalist politikaların yeniden şekillenmesi süreci ile birleşince ortaya daha karmaşık bir tablo çıkıyor. Yani bu politikalara ayak uyduramayan eski kontrgerillacıların bazıları Ergenekon davalarında yargılanıyor, darbeciliği beceremeyen eski tarz Amerikancılar da darbecilikle yargılanıyor vb. vb. Bugün ordu, büyük burjuvazinin ve onun büyük efendisi ABD emperyalizminin gerici politikaları temelinde yeniden şekillenmektedir. Ordu olağan yerine çekilecek, ama kendi halkına, Kürtlere, Ortadoğu’nun diğer halklarına karşı vurucu gücünü yükseltecek, sınır muhafızlığı ile yetinmeyecek, ABD emperyalizminin çıkarları ve bununla uyumlulaşmış büyük burjuvazinin yayılmacı çıkarları için daha aktif bir güç olarak şekillenecektir. Bunun iç politikadaki kısa ifadesi karpuzun göbeği büyük burjuvaziye, süngü ve cop halkadır. Dış politikadaki ifadesi ise, büyük efendi ABD’nin atacağı bir kaç kemik parçası için kuyruk sallamaktır.
Kuşkusuz buraya bir günde gelinmedi. Neredeyse son 25 yılın mücadelesi bugün bir sonuca varmış görünüyor. Bundan sonrası artık küçük ama zorunlu rötuşlardır. Bütün bu olup bitenlerin demokrasinin geliştirilmesi ile bir ilişkisinin olmadığını sanırız ayrıca belirtmeye gerek bulunmuyor. Ama şunun altı çizilebilir: Ordunun bu kadar ön planda olduğu bir yönetim demokrasi diye adlandırılamaz, bu görüntü demokrasi görüntülerini zedeler. Eğer halkın kafası kırılacaksa orduyu hükümet davet etmelidir vb. Bu anlama gelmek üzere bir “olağanlaşmadan” söz edilebilir. Ama demokrasi ihtiyacı bütün açıklığı ile orta yerde durmaktadır ve aslında burjuva devlet işleyişi açısından sağlanan bu tür her “olağanlaşma”, halk kitleleri ile hükümet, devlet, egemen sınıflar arasındaki ilişkileri, bu ilişkilerin niteliğinin kavranmasını da olağanlaştırmaktadır. Karşıdakiler ve biz! Yöneten, ezen ve sömürenler bir tarafta, yönetilen, ezilen ve sömürülenler bir tarafta. Kitlelerin, durumu bu kadar açık ve net göreceği bir döneme girilmektedir. Kuşkusuz bu dönemin mücadelesi de aynı açıklıkla ve aynı hedefe vuracak biçimde gelişecektir.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et