Demek ki, Genelkurmay Başkanı da Erdoğan!
Yüksek Askeri Şura’da, Başbakan Erdoğan’ın, masada Orgeneral Necdet Özel ile birlikte oturmaması üzerine çok şey söylenmiş, çok şey yazılıp çizilmişti. AKP kurmayları, bu fotoğrafın artık YAŞ toplantılarından sürekli hale gelecek bir kare olduğunu dile getirerek, Genelkurmay Başkanı’nın hükümet ile iktidar paylaşan değil, ona tabi konumda olacağını ifade etmişlerdi. Söylenenler kelime kelime böyle olmasa da, bu mealde şeylerdi.
O masadaki yeni görüntünün kerameti ise şimdi daha iyi anlaşılıyor. Başbakan Erdoğan’ın, Dünya Barış Günü’ne denk gelen Ramazan sonrası için adeta savaş randevusu veren sözleri karşısında, Başbakanın artık Genelkurmay Başkanı’nın da rollerini devralmış olduğunu söylemek sanırız abartı olmaz.
Erdoğan’ın sözlerinden bazılarını yeniden hatırlatalım:
“Ramazan’a hürmeten biz şu anda sabrediyoruz. Ramazanın bitiminden sonra bilesiniz ki bu ülkede barışın miladı bu barış ayı ile beraber, bu dayanışma ayı ile birlikte çok daha farklı olacak.”
“Bıçak kemiğe dayanmıştır diyorum ve bu ülkede bölücü terör örgütü ile arasına mesafe koymayanlar da bu suça iştirak ediyorlar bunu da buradan açıklamak istiyorum. Ve onlar da bunun bedelini ödemeye mahkum olacaklardır.”
Ve ardından soralım. Ne yapacaksınız, talepleri için mücadele eden Kürtleri yok mu edeceksiniz? Kürtlerin taleplerinin karşılanmasının Türkiye’nin demokratikleşmesinin temel koşullarından biri olduğunu bilerek, bunun mücadelesini verenleri de, “bölücü terör örgütü ile arasına mesafe koymayanlar” olarak tanımlayıp tek tek içeri mi tıkacaksınız? Bunlar bu ülkede yapılmadı mı? Özel Harekat polisi Ayhan Çarkın’ın ifadeleriyle yeniden gündemleşen Çiller dönemi uygulamalarını bu ülkeye yeniden mi yaşatacaksınız?
Başbakan Erdoğan’ın BDP’yi ve DTK’yı hedef alan sözleri karşısında da, BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş’ın verdiği yanıta hak vermemek mümkün mü? BDP’nin bu ülkede, barış tesisi için mücadele eden ve silahların sustuğu bir zeminde çözümü konuşabilmek için inisiyatif alan bir parti olduğunu bilmeyen var mı? DTK’nın pozisyonu da, çözüme yönelik olarak benzer biçimdedir.
Bu arada, Fatih Altaylı’nın HABER TÜRK’te dün yayımlanan köşesinde dile getirdiği şu ifadeler de ilginç: “Şimdi herkes ‘Ramazan bitince ne olacak?’ diye soruyor.
Ben size ne olacağı konusundaki hissiyatımı söyleyeyim.
Yargı devreye girecek.
‘Suç olup da suç olmayan suçlar’ yine ‘suç olarak görülecek.’
Öncelikle herkesin bahsettiği 800 ila 1400 arasında değişen bir ‘tutuklama’ listesi var. Bunlar tutuklanmaya başlayacak.
Bu listede kimler mi var?
Başta Demokratik Toplum Kongresi dedikleri ‘kerameti kendinden menkul’ örgütlenmenin üyeleri, sorumluları ve sözcüleri.
Bunlar ‘özerklik’ ilanının arkasındaki kişiler. Bunlar toplanacak.
Terör örgütü ile bağlantılarını açıkça belirtmekten çekinmeyen ve hatta bununla övünen BDP’li siyasetçiler ve hatta yemin etmeyen milletvekilleri de listede.
Örgütün sözcülüğüne soyunan bazı gazeteciler de, tutuklanacaklar arasında yer aldığı söyleniyor. Listenin 1400 kişiye kadar uzandığı dedikoduları konuşuluyor.”
Bizim kulağımıza gelmeyen ve nedense hep Fatih Altaylı ya da Mehmet Baransu gibilerin kulağına giden bu tür dedikodular gerçek olursa, Türkiye’de demokrasinin kırıntısından dahi söz edilebilir mi, diye sormak gerekiyor.
Ayrıca, Cumhurbaşkanı Gül’ün genellikle havada –uçakla bir dış geziye giderken, ya da dönerken- ‘Kürt sorunu Türkiye’nin en önemli sorunudur’ diye dile getirdiği saptama ve uzun bir süredir bu konunun tartışılma düzeyi artık, ‘PKK’nin uzantıları’ gibi bir ifadeye geri dönüşü kaldırır mı?
Nihayetin de Kürt siyasetinin, BDP, DTK, PKK, Öcalan gibi bütün aktörleriyle bir bütün oluşturduğu bilinmiyor mu? Sosyolojik açıdan da, siyasal bakımdan da bu böyle? Bu noktada önemli olan, sorunun çözümü bakımından devletin, hükümetin takınacağı tutuma göre bu aktörlerinin nasıl okunacağıdır? Devlet, hükümet, Kürt sorununu gerçeklikle örtüşmeyen biçiminde, ‘Kürt sorunu yoktur, ama tek tek Kürt vatandaşlarımızın sorunları olabilir’ diye tanımlayıp, gerisini de ‘terörle mücadele’ parantezinin içine alırsa, o zaman Başbakan Erdoğan’ın bugün durduğu noktaya geliniyor. Daha doğrusu ‘açılım’ söyleminin içinin boş olduğunun anlaşılmasından itibaren Erdoğan’ın tedrici olarak geri döndüğü noktaya.
Peki bu çözüm müdür?
Olmadığı görülmüştür.
Ve görülen bir başka gerçek daha var ki, AKP’nin ‘beyaz zengin’ler için geçerli olan ‘ileri demokrasisi’nde, bu ülkenin demokrasi isteyen emekçilerine, Kürtlerine, aydınlarına yer yoktur. Onlar kendilerinin de rahat bir nefes alabilecekleri demokrasiyi ancak kendi mücadeleleriyle kazanabilirler.
EVRENSEL'İNMANŞETİ
![Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz](https://www.evrensel.net/upload/dosya/284405.jpg)
Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz
İliç siyanür faciasının üzerinden 1 yıl geçti. Hava, toprak ve su zehirlendi; 9 işçi can verdi. Daha fazla altın için kuralsız çalışmanın önünü açanlar aklandı. Halk zehirlenmiş doğa ve işsizlikle baş başa. Facianın ana sorumlularından uluslararası maden tekeli SSR, hisse senedi değerlerinin yükselmesiyle felaket öncesine geri döndü. İliç’teki altın için de “iş birliği içinde olduğu iktidarla” pazarlıkta.
Evrensel'i Takip Et