Hocaların hocalarına kulak vermek!
Yarın 1 Eylül Dünya Barış Günü. Gazetemiz bayramın ilk gününü ‘Barışın Bayramı Olsun’ manşeti ile karşıladı. TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Prof. Dr. Gençay Gürsoy, Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu, Prof. Dr. İhsan Eliaçık, Prof. Dr. Mithat Sancar, Şair Yazar Sennur Sezer, Sanatçı Orhan Alkaya, Tiyatro Eleştirmeni Üstün Akmen, Sanatçı Derya Alabora, Oyuncu Füsun Demirel, Oyuncu Şebnem Sönmez, Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin, EMEP ve ÖDP’nin barışa davet içeren açıklamaları son derece anlamlıydı.
Manşette yer alan haberin içeride, politika sayfasındaki bölümünde, editörümüzün geçtiğimiz günlerce yapılan önemli bir çağrıyı da hatırlatması önemliydi. Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, Prof. Dr, Halet Çambel, Prof. Dr. Şerif Mardin, Orhan Pamuk, Rakel Dink, Prof. Dr. Turgut Tarhanlı ve İshak Alaton’un ortak imzasıyla yayımlanan çağrının başlığı, “Bayram barışma günüdür, savaşmakla olmaz, barışla olur” biçimindeydi.
Prof. Dr. Nermin Abadan Unat ve Prof. Dr. Halet Çambel ‘hocaların hocası’ diye anılmayı hak eden isimlerdir. Her ikisi de, yaptıkları araştırmalarla, bilimsel üretimleriyle dünya ölçeğinde etki uyandıran isimler. Ayrıca her ikisinin yetiştirdiği önemli bilim insanları da, çok önemli çalışmalara imza atmışlardır. Onlardan öğreniyoruz.
Prof. Dr. Şerif Mardin de bir dizi önemli sosyololik, tarihsel ve kültürel çalışmaya da imza atmış bir isim.
Orhan Pamuk, Türkiye’nin Nobel’e değer görülmüş romancısı olmanın yanında, devletin geleneksel yönetme biçimi karşısında barış ve demokrasiyi savunmak açısından yaptığı açıklamalarla da hedef haline gelmiş bir isim.
Askeri operasyonların savunmak konusunda birbirleriyle yarışan Türkiye medyası, bu önemli içimlerin çağrısına hak ettiği değeri vermemişti. Aklın ve vicdanın sesi niteliğindeki bu çağrının tam metnini burada paylaşmak istiyoruz:
“Savaşmakla, çatışmakla, bastırmakla, sindirmekle, yok etmekle olmaz, barışmakla olur! Otuz yıldır on binlerce can alan, yüz binlerce can yakan, milyonlarca insanı derinden yaralayan bir çatışmanın yeniden başlaması kabul edilemez.
Savaş, çatışma, operasyon, silah, mayın, top, tüfek, ateş, barut, hapis, tehdit çözmez; sağduyulu diyalog çözer. El kırmak çözmez; el uzatmak, el sıkışmak çözer. Barış diz çöktürmek değildir, öylesi kalıcı barış olmaz. Barışmanın yolu güç gösterilerinden ve toplu cenazelerden geçmez, hakları temel alan mutabakattan geçer.
Kürt meselesinin çözümü için barışmaktan yana bir süreç acilen başlatılmalı, başta hükümet olmak üzere, tüm siyasi parti ve çevreler bu sürece katkıda bulunmalıdır.
Çareyi savaşmakta, çatışmakta değil, barışmakta gören bizler, TBMM’de grubu olan partileri, Meclis’in açılmasını beklemeden bir araya gelmeye çağırıyoruz. Ortak aklı oluşturacak, sürekli bir diyalog ortamı hazırlayacak adımları atmaya davet ediyoruz. BDP’nin bu sürece katılmasının kritik önemde olacağını düşünüyoruz.
Bu Bayram’ın barış umudunun gerçekleşmesine vesile olmasını diliyoruz.”
Dünyanın bütün halkları için 1 Eylül Dünya Barış Günü anlamlıdır. Ama dünyanın birçok ülkesinde bugünün Türkiye’de olduğu kadar önemli bir gündem oluşturmadığı da biliniyor.
Nedeni açık. Türkiye onlarca yıldır, kanın durmadığı ve ‘barış’ talebinin bizzat ülkenin yönetenleri tarafından savunulması tehlikeli bir kavram haline dönüştürüldüğü bir ülke durumunda. Onurlu bir barış için mücadele verenlerin toprağa düştüğü bir ülke olmamız da buradan kaynaklanıyor. Eğer Türkiye şu anda savaş politikalarının dört nala yol aldığı bir ülke olmasaydı, bayramın hemen öncesinde Çukurca’da jandarmanın açtığı ateş sonucu can veren BDP’li Yıldırım Ayhan şu anda aramızda olacaktı.
Genelkurmay Başkanlığı, bayramın hemen arefesinde, gerçekleştirilen hava operasyonları sırasında öldürülenlerin sayısını ‘etkisiz hale getirilen teröristler’ olarak açıkladı. Adeta ‘bayramın öncesinde milletimizin yüreğine su serpmek’ gibi bir havayla açıklanan bu rakamlar, dağda çocukları olan Kürt anneler için neyi ifade ediyor? Asker cenazelerinin ocağına eteş düşürdüğü evlerden bir farkı olabilir mi bu haberleri alanların?
Kanın ve gözyaşının birbirine karıştığı bu ülkede Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın, ‘komşu ülkelerin diktatörlerine karşı halkın demokratikleşme mücadelesini’ desteklediklerini belirten açıklamalarına samimi bir değer biçen var mıdır?
Bizim kuşakların hayatının yaklaşık 30 yılı çatışma ve savaş süreciyle geçti. Zamanla, halkların gönüllü bir arada yaşamasına imkan verecek onurlu bir barışın sadece uğruna mücadele edilmesi gereken birşey olmadığını öğrendik. Bu aynı zamanda bu mücadelenin kendisidir de.
Ülkemizin gençlerinin bir savaşın bilançosu olarak kaybedildiği ya da ‘etkisiz hale getirildiği’, daha fazla ölümün daha etkili vuruşlar olarak manşetlere taşındığı bu ülkede, barışın öyle kolay gelmeyeceğini biliyoruz.
Tam da bu nedenle, hocaların hocalarına kulak vermek, barışı kazanabilmek için büyük önem taşıyor.
EVRENSEL'İNMANŞETİ
![Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/274319.jpg)
Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi
600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.
Evrensel'i Takip Et