Bir ütopya
Bugün bir ütopya ya da güzel bir hayal üzerine konuşalım istedim. Bugünkü konu bir ütopya, yani bir hayal, ama bu hayalin önemi, günümüzde bize gerçek gibi gözükenlerin aslında nasıl bir hayal olduğunu arka planda yansıtıyor olmasıdır. Nasıl ki, aynalarda görüntü terstir, sağ yan yerinde sol yan gözükürse, bugün konuşacağımız ütopyayı da böylesi ters görüntü algılamasıyla okuyarak, içinden geçtiğimiz sıkıntılardan, hiç değilse, hayal yoluyla da olsa bir süre için kurtulmaya çalışalım.
Türkiye Somali’ye yardım ediyor. Bu kampanya, sanırım kasıtlı olarak, Ramazan ayına denk getirilerek hayır işlerinin de oya tahvili yoluna gidildiği açık. Başbakan Birleşmiş Milletler toplantısında Somali’nin acısını içinde duymayanların insanlıktan ya da demokrasiden söz edemeyeceği mealinde bir ifade kullanmış. İlk bakışta Somali’ye yardım da Somali’nin durumunu Birleşmiş Milletlerde dillendirmek de takdire şayandır, ancak kamuoyuna yanlış ya da eksik resim vermek takdirin derecesini azaltır. Somali ya da Afrika’nın büyük bölümü bugün niçin bu durumdadır? Oraları kim sömürdü, hangi sistemin vantuzları Afrika’nın insan ve doğal kaynaklarını merkeze çekerek, oraların bugün bu halde olmasına yol açtı. Bugün de emperyalistlerin Afrika üzerindeki emelleri belli değil mi! Emperyalistlerin çizdiği çizgi üzerinde hareket eden hiç bir siyasetçi bu duruma gerçekçi müdahalede bulunamaz, ancak timsah gözyaşları ile ülkesinde kahraman olma sevdasına hizmet edebilir! Emperyalistlerin çizdiği çizgide yürürken çizgiyi eleştirmeden, salt görüntüsel sonuçla yetinmenin lideri ülkesinde kahraman yapması ülkesine ve insanlığa değil, emperyalistlerin işine yarar. Böylesi yürüyüşün doğal sonucunun yansıması, Türkiye’de yabancı yatırımların yerli yatırımlarla aynı muameleye tâbi tutulacağının ifade edilmesidir. Ne var ki, yabancıların zaten bildiği bir konunun yeni bir anlayış ve uygulama gibi sunulması, aslında çok önceleri Türkiye’nin de imza koymuş olduğu MAI anlaşmasından (Çok Uluslu Yatırım Anlaşmaları) haberdar olunmadığı gerçeğini de ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi, coğrafî konumunun yanında, su petrol ve madenler gibi yeraltı zenginlikleri itibariyle de fevkalade önemli olarak emperyalistlerin iştahını kabartırken, Kürt ve Türk halklarının birbirine düş(ürül)mesi hiç de rastlantısal olmasa gerek. Bu meselenin bugün geldiği, daha doğrusu getirildiği aşama salt ne asimilasyon ne de dil baskılaması gibi konulara irca edilebilir. Bu konuların bugünkü aşamaya hizmet ettiği yadsınamaz olmakla beraber, resmi daha büyük çerçevede görmek ve çözüm gününde bölge halklarının değil emperyalistlerin karar ve kurallarının geçerli olacağı da tahmini zor bir konu olmasa gerek. Hal böyle olunca, sorunun çözümü salt Kürt halkı için değil, emperyalizm altındaki Türk halkı için de kurtuluş olabilir. Ancak suhuletle oluşturulabilecek böylesi birlikte kurtuluşun kapitalizm içinde gerçekleşmesi olası görülmediği gibi, ne Türk “organik aydının” ne de Kürt aydınının böyle bir ufku söz konusudur. Zaten emperyalizm çemberi ve desteği altında yürütülen projede böyle bir ufku beklemek hayalden de ötedir!
Öte yandan emperyalizm yeni hayat iksiri coğrafyası olarak Kuzey Afrika’yı hızla uyarmakta ve uyandırmaktadır. Emperyalizmin vurduğu “Arap Baharı” damgasısın, aslında “Arap Sonbaharı” olduğu çok sonraları sistem yerleştikçe anlaşılacaktır. Bu bölgelere her kanaldan girmeye çalışan emperyalistlerle mücadelenin gerçek şerefi, ülkeye giriş konusunda onlarla yarışla değil, bölge halklarının birlikteliğinde tüm bu bölgeden emperyalistleri kovma mücadelesinde önayak olmakla kazanılır.
Bölgede yaşanan ciddî kıpırdanışlar ve kıpırdatışlar üzerinde leş kargaları dolaşarak, kendi çıkarları doğrultusunda süreci yönetmeye ve sonucu sağlamaya çalışmaktadır. İşte liderlik burada gereklidir! Ne olurdu, bu bölgede tüm bu oluşumlar sonucunda bir tür birleşik sosyalist federal sistem oluşturulup, elbirliği ile emperyalistleri bölgeden kovup, kaynaklarımıza sahip olup, kendimizce işleyip, aramızda hakça üleşerek, sulh ve sükûn içinde yaşamlarımızı idame etme yolunda adım atılabilse idi!
Tabii ki bu bir ütopya! Ne Kuzey Afrika’nın sosyo-ekonomik dokusu böyle bir geçişe hazırdır, ne de bölgenin görece gelişmiş ekonomilerinin burjuvazisi ve hükümetleri buna izin verir. Hele de zengin petrol havzaları üzerinde hakimiyet kurmuş Arap şeyhlerinin böyle bir atılıma izin vermesi düşünülemez bile, zaten o petrol havzalarının zenginliğini de kimlerin kullandığı, daha doğrusu şeyhlerle kırıştığı ortada iken!
Evrensel'i Takip Et