Kûrsîde oturup Diyarbakır’ı dinlemek!
Türkiye Kürt sorununda silahların yüksek sesle konuştuğu, demokratik çözüm ve müzakere gibi seçeneklerin ise sanki yeniden sırasını beklediği bir dönemden geçiyor. Benzer dönemlerin daha önce de yaşandığı biliniyor. Peki bugün yaşanan sürecin önceki dönemlerden bir farkı var mı? Varsa bu fark nasıl tarif edilebilir?
1990’lı yılların ilk yarısından itibaren Diyarbakır başta olmak üzere, Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölge illerine gider geliriz. Geçtiğimiz günlerde de Musa Anter Gazetecilik Ödülleri töreni vesilesiyle oradaydık ve törenin ardından birkaç gün daha kalarak, yaşanan sürece Diyarbakır’dan, bölgeden bakmaya çalıştık.
Aslında birçok noktaya dikkat çekilebilinir, ancak biz geçmişle kıyaslama halinde bazı değinmelerle süreci değerlendirmeye çalışacağız.
Bölgede ‘faili meçhul’ cinayetlerin devam ettiği ve bölgenin OHAL baskısı altında yaşadığı 1990’lı yılların ortasında Diyarbakır’da hava karardıktan sonra Dağkapı’da ciğer yemeye niyetlendiğinizde, o dönemin havasının sokağa hakim olduğunu bilirdiniz. Ortalıkta cirit atan ‘beyaz toros’lardan tutun da, devletin ‘güvenlik’ ritüellerinin göstergesi olan bir dizi şeye rastlamanız vaka-i adiyendi. Ya da bölgede bir ilden başka bir ile gittiğinizde, asker ve polisin “denetim” yaptığı bir dizi arama noktasından geçmek dönemin rutinleri arasında yer alırdı.
Aradan geçen dönem içinde bu manzaralar değişime uğradı. 2000’li yılların başından itibaren, devletin bölgede uyguladığı ‘güvenlik’ konsepti, OHAL döneminin görünür unsurlarından farklı olarak, Kürt muhalefetinin temsilcisi konumundaki kişilerin istihbari yöntemlerle seçilip, yargı süreci eliyle de ‘ayıklanması’ biçiminde işlemeye başladı. Bugün 3 bin 500 dolayında Kürt siyasetçinin KCK davası adı altında tutuklanıp cezaevine doldurulmuş olması, ancak bunun yanında sokaktaki gündelik hayatta farklı bir ‘normalliğin’ hüküm sürüyor olması bu yeni dönemin ilişki biçimleri arasında yer alıyor.
Bu son gidişimizde Diyarbakır’da sanat sokağındaki bir kafede arkadaşlarla oturmuş çay içerken, ana haber saati geliyor ve büyük ekranda Roj tv’den haberler izleniyor. Diyarbakır ya da bölgedeki bir başka kenti yüksekten gören bir noktadan baktığınızda çanak antenlerin yaygınlığı Roj tv’nin bölgede izlenme düzeyi hakkında da bir fikir veriyor. Yani, Türkiye’nin kapatılması için diplomatik girişimlerde bulunduğu Roj tv bir anlamda Kürt illerinin ‘çatısı’ olmuş durumda.
Bir yanda Kürt siyasilere yönelik operasyonlar sürüyor, bir yanda bölgenin herhangi bir ilinde polisleri hedef alan bir saldırı haberi gündeme geliyor. Diğer yanda ise, insanlar kendi aralarında BDP ve Blok vekillerinin Meclis’e gidip gitmemeleri de dahil olmak üzere çeşitli konularda değerlendirmelerde bulunuyorlar. Tüm bunlar, hükümetin ‘yok hükmünde’ ilan ettiği ‘demokratik özerklik’ ilanının ardından yaşanıyor ve şu çok açık ki, Diyarbakır’da ve bölgenin birçok ilindeki Kürtler açısından kendi gerçekliklerini ve taleplerini görmeyen geleneksel yaklaşımların tümü ‘yok hükmünde’.
Diğer yandan operasyonların sürdüğü, hava harekatının ardından, kara harekatının da gündemde tutulduğu bir süreçte bölgedeki Kürtlerin, soyut ‘kardeşlik’ söylemlerine itibar etmesini beklemek gerçekten dönemin çok dışına düşmüş bir argüman gibi oluyor. Bundan belki beş yıl öncesinde Diyarbakır’da gerçekleşen Newroz’larda mikrofonu uzattığınızda, ‘Artık yeter, barış, kardeşlik istiyoruz’ diyen çok kişiye denk gelmek mümkündü. Dönemin politik iklimi de buna uygundu çünkü.
Bugün ise adeta ‘öldüren kardeşlik’ten yaka silken bir halkın, ‘kardeşlik orda kalsın, en azından iyi komşular olalım, o da az şey değildir’ deyişine tanık oluyoruz.
Elbette bu cümleleri politikleşmiş bir halk olan Kürtlere mikrofon uzattığınızda bu açıklıkla duyamazsınız. Ama başlığa ‘çakacak’ lafı bulmak için insanların ağzına mikrofon dayayan bir gazetecilik refleksiyle davranmak yerine, Diyarbakır’da Ofis’te ya da Dağkapı’da halkın oturup çay içtiği yol kenarındaki bir kıraathanede bir kûrsîye ilişip, çay içerken şehrin kendi sesini dinleme sabrını gösterirseniz, bu sesi muhtemelen siz de duyacaksınız.
EVRENSEL'İNMANŞETİ
Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi
600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.
Evrensel'i Takip Et