Tezkerenin birden fazla anlamı bulunuyor. Bu anlamlardan birisi askerliğin bittiğini bildiren resmi belge olmasıdır. Bir başka anlamı ise bir iş için izin verildiğini belirten resmi bir kağıt olması. Bugün ülkeye bu iki tezkereden hangisi gereklidir sorusunu bir kez daha sormak ve sorumlulukla ilki deyip bunun gereğini yapmak gerekmiyor mu? Anlaşılmış olmalıdır, burada askerliğin bittiğini belirten tezkereyi, Kürt sorununun askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini, bu soruna barış içinde bir çözüm bulmak gerektiğini ifade etmek üzere kullandık.
Gerçek böyle olmasına karşın Meclis çoğunluğu aksi yönde hareket etti ve askeri “çözüm” anlamına gelen görev tezkeresini kabul etti. Tezkere AKP’li, CHP’li, MHP’li milletvekillerinin oyları ile kabul edildi. BDP ve Blok milletvekilleri ret oyu verirken, kabul oyu vermek istemeyen birkaç milletvekili de oylamaya katılmadı. Tezkere ülke dışına asker göndermek için hükümete yetki veriyor. Bu yetkinin Kuzey Irak’taki Kürdistan bölgesi ve Kandil için verildiği kimse için sır değil. Peki bu çözüm mü? Çözüm olmadığını daha önce yapılan harekatlar açıkça ortaya koyuyor.
Ama Başbakan “terörle mücadele, siyasetle müzakere” yapacaklarını ilan ediyor. Buna karşın BDP Hukuk ve İnsan Haklarından Sorumlu Eş Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş’ın da açıkladığı gibi son altı ayda KCK Davaları nedeniyle gözaltına alınana Kürt siyasetçilerinin sayısı 4 bin 148’i tutuklananların sayısı ise 1548’i buldu. Belediyeler, evler basılıyor Kürt siyasetçiler gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Hükümetin borazanlarının ‘Bu ne iş, hani siyasetle müzakere yapılacaktı’ itirazlarını yükseltenlere karşı savunmaları hazır: “Bunlar terörün uzantıları.” Aslında bu “savunma” temel bir gerçeğin itiraf edilmesinden başka bir anlama gelmiyor. O gerçek de şudur: ortadaki sorun bir terör sorunu değil, temel haklarını savunmak için mücadeleye atılan, bunun için ayağa kalkan, ezilen, inkar edilen bir halkın kurtuluş mücadelesi vardır.
Ama bu halk kurtuluş mücadelesini dar bir milliyetçilik anlayışı ile yürütmemekte, Türk halkı ile demokrasi ve eşitlik içerisinde kardeşçe yaşamak üzere yürütmektedir. Kürtlerin uzattığı elin anlamı budur ve eğer bu el Türk halkı tarafından tutulmazsa, Kürtlerin kendi yollarını izlemeye sonuna kadar hakları vardır. Durum böyle olmasına karşın, Kürtlerin istekleri Türk gericiliği tarafından “Bölünmeye bir adım daha yaklaşmak” olarak yorumlanmaktadır. Oysa demokratik özerklikte, bölgesel özerklikte, federasyonda ayrılmak için değil, birlikte yaşamak için geliştirilmiş, başvurulmuş çözüm yöntemleridir.
AKP Hükümeti, CHP ve MHP gibi partilerinde desteğini alarak bu gerici adımları atmakla nereye varmak istemektedir? Varmak istediği yer son derece açıktır: Hükümet zor ve şiddet yoluyla Kürtlere boyun eğdirerek, onların taleplerini en geri düzeyde tutmaya çalışmaktadır. Türkiye gericiliğinin çözümü barış, kardeşlik, demokrasi içerisinde eşit yaşam değil, asimilasyonun biraz yumuşatılmış bir biçimde devam etmesidir. Peki ama ayağa kalkmış bir halkı bu duruma razı etmek olanaklı mıdır?
Olanaklı olamayacağını Kürtlerin mücadelesi kanıtlamıyorsa, başka ne kanıtlayabilir ki? Bugün hiç kimsenin inkar edemeyeceği gerçekler orta yerde durmaktadır. Kürt Sorunu bütün yönleri ile tartışılmakta, daha dün tabu gibi görülen şeyler bugün kolayca orta yere getirilebilmektedir. Üstelik bütün bunlar hükümetin lütfuyla değil, Kürt halkının ve onunla birlikte mücadele eden Türk ilericilerinin, aydınlarının, sosyalistlerinin zorlaması, söküp alması ile olmaktadır. Hükümetin yapmaya çalıştığı ise bütün bu gelişmeyi bastırmaya, en geri mevzide tutmaya çalışmaktır. Ama kervan yola çoktan çıkmıştır ve bu yolda molalar olsa da vazgeçmek, geriye dönmek yoktur. Hedefe mutlaka ulaşılacaktır. Ama hiç kimse hedefe ulaşmanın çok geç olacağını da düşünmesin.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et