Evrensel için yeni bir dönem

Bir kriz konuşmasının ardından

Geçtiğimiz hafta sonunda İzmir’de bir toplantıya davetli idim. Çok hoş ve canlı bir topluluk konuşmamı can kulağı ile dinledikten sonra, fevkalade anlamlı ve olaya nüfuz edici sorular yöneltip, olumlu katkılar yaptı. Konuşmadan sonra yönetici dostlarla yediğimiz hoş bir akşam yemeğinde de toplantının uzantı konuşmaları ile güzel bir günü noktalamış oldum. Bugün, siz değerli okurlarımla, toplantı vesilesiyle yaşadığım duygularımı paylaşmak istiyorum.
Kriz konusunu sizlerle çok kereler konuştuk, ama burada, İzmir’deki konuşmamda da ele almış olduğum ve bu düşüncelerimle dostları biraz üzdüğümü düşündüğüm bazı temel ve bence soğukkanlı yaklaşılması gereken çok önemli noktaları açmak istiyorum. Burada tartışmak istediğim konu krizlerin sistemi ve insanları nasıl etkilediği meselesidir. Bu meseleye yaklaşım yaparken çevre nesnel koşulu ile birey özneli arasındaki ilişkinin dikkatlice ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Böylesi etkileşim iki farklı şekilde ortaya çıkar. Sosyal çevre nesneliyle etkileşime giren birey özneli, nesnel doku ile ya özdeşleşir ya da diyalektik süreçle karşıtlaşır. İki farklı etkileşim sürecinin detaylı analizi bu yazının sınırlarını aşacağından, yüzeysel tanımlama ile yetinip, tanımdan daha da önemli olarak, sonuç üzerinde durmak istiyorum.
Sosyal ortamda yaşanan krizin oluşturduğu sorunları aşmaya çalışma faaliyeti, birey üzerinde nesnel koşulla özdeşleşme yönünde oluşuma neden olabilir. Şöyle ki, krizin yarattığı sosyal tahribatı aşma önlemleri üzerinde kafa yormaya başlayan birey, öncelikle bilincinde dokuyu anlama sürecini yaşarken sistemle bütünleştiğinin ve “sistem karadeliği”nin içine çekildiğinin farkında olmaz. Sistemin dokusal yapısına nüfuz etmeden salt süreç üzerinde kafa yoran birey, soruna çare üretmeye yönelirken de sistem üzerinde pekişir. Salt süreci algılayan ve sürecin sonuçlarını hafifletmeye yönelen yüzeysel yaklaşım, sistem birey etkileşiminde sistem nesnelinin birey öznelini teslim alması ve öznelin nesnelle özdeşleşmesi sonucunu yaratır. Etik konuları dikkate almadan, geçmişin solcularının niçin bugünün sağcıları oldukları sorusunun sosyolojik yanıtı bence burada yatmaktadır.
Sistem öznel etkileşiminde ikinci durumunda birey, yüzeysel süreç analizinden derine inerek, sistemin dokusal ve genetik tahliline girişir. Genetik çözümleme sistemin zaman içinde devinim kurallarının, dolayısıyla kriz olgusunun derinlemesine anlaşılmasına olanak sağlar. Bu yaklaşım sistem birey ilişkisinde diyalektik sürecin işlemesine ve öznel dokunun nesnel doku üzerinde düşünsel düzeyde başat olması sonucunu doğurur. Marksist analiz böyle bir şeydir!
Sistem nesneli tüm toplumu fevkalade olumsuz etkilediğinden, toplumun ilgi alanı sistemin özünün tahlili gibi uzun dönemli çözümlemelerden çok, sorunlara umar olabilecek kısa dönemli çözümlere yatkındır. Hal böyle olunca, uzun dönemde işe yaramadığı hatta işleri daha da karmaşıklaştırdığı halde, topluluklara çözüm sunma ve olumlu tepki alma açısından söz konusu iki oluşum sürecinden ikincisine göre birincisi çok daha elverişli olduğu gibi, bireye de kısa yoldan avantaj sağlamaya elverişlidir. Birinci yolu seçenler olası bir sosyal izolasyonla baş başa kalabilecek iken, ikinci yolu seçenler vitrinde ön sırada yer alacaklardır. Akademik yaşamda gördüklerimiz de sonuçta insanlardır, maalesef, çoğunlukla bu tür insanlardır! Topluma uzun vadede gerçek çözümler sunmak mı, yoksa kısa vadede avantaj sağlamak mı önemlidir! Bu seçiş bireyin etiksel anlayışı ile ilgilidir.
İzmir’deki dostlarımı da biraz tedirgin etmiş olduğumu düşünerek, akademik anlayışımla şunu belirtmek durumundayım ki, ileri kapitalist merkezlerin hakimiyet ve denetiminde yürüyen dünya kapitalizminin yaşam süresi henüz tamamlanmamış olduğu gerçeği yanında, üretim süreçlerinin parçalanarak dünya çapında yaygınlaştırılması ile ekonomilerin birbirine entegre olmaları da kapitalizmle mücadelede işleri karmaşıklaştıran diğer bir öğedir. Kapitalizmle mücadelede dünya çapında birleşmeleri ve önde olmaları düşünülen emekçi kesimlerin de küreselleşme neticesinde birbirilerine rakip, hatta hasım haline gelmiş olmaları da ayrı bir sorundur.
Kuzey Afrika’da patlak veren ve “Arap Baharı” olarak nitelenen kıpırdanmaları anlayabilmek için kapitalizmin manevralarına baktığımızda, koskoca Afrika’nın kapitalist timsahın midesine indirilmeye hazırlandığını görmekteyiz. Ne var ki, bu timsah artık yaşlandı ve ömrünün son dönemlerini yaşamaktadır. Ancak devletler ve sistemler sonlarına doğru ağır adımlar ve zikzaklar çizerek ilerlerler!
Kapitalizm yaşlandıkça sadece ekonomi alanında krizler yaşanmamaktadır. Doğanın, çevrenin ve özellikle de insan dokusunun tahribatı krizin başka alanlardaki yansımaları ve sonuçlarıdır. Ne olurdu, kurban bayramlarında canlı varlıkları kurban ederek kin ve ihtiraslarımıza sarılma yerine, kin ve ihtiraslarımızı canlı varlıklara ve insanlığa kurban ederek, içinde bulunduğumuz topluma gücümüzün elverdiği kadarını verip, ondan gereksinimiz kadarını alma faziletine erebilmiş olsa idik!
Bayramı yaşayan değerli okuyucularımı kutluyorum, esenlikler diliyorum!

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et