DİĞER YAZILARI
Selçuk Yula 12 Ağustos 2013
Ayaklardan başlara 1 Temmuz 2013
Direnişin aynası 10 Haziran 2013
Züğürdün çenesi 20 Mayıs 2013
Şemsiyenin altı 15 Nisan 2013
Kara para 25 Şubat 2013
Hangi yemeği yemeli?.. 18 Şubat 2013
Hangi suyu içmeli? 11 Şubat 2013
Şahin demokratlar 4 Şubat 2013
YAZI ARŞİVİ

Geçtiğimiz günlerde Başbakan ve kalabalık heyeti Almanya’ya gitti. Göçmen işçilerimizin trenlere doldurulup Almanya’ya gönderilişinin ellinci yılı için şatafatlı törenler yapıldı, Alman hükümeti iş gücümüze övgüler yağdırarak bize minnet duygularını dile getirdi. 50 yıl önce Almanya’ya gidenler misafir işçi adıyla gönderilmişti, birçoğu kalıcı oldu ve artık orada şimdi üçüncü nesil yetişiyor.   
Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki emekçilerin dertleri yıllardır dillendiriliyor. Fabrikalarda hızla dönen çarkların yanında, ırkçılık ve ayrımcılık gibi sosyal etkenler de işçilerimizin hayatlarını öğütüyor. Emekçilerin bedenleri un ufak oluyor, ama hayat sürüyor.
Bu topraklardan dünyanın başka ülkelerine de emek ihracatı yapılıyor. ‘80’li yıllardan beri, inşaat işçileri ekmek paraları için ellerinde bavulla ülke ülke dolaşırlar. Onların hangi ülkede ne kadar kalacaklarına patronları karar verir, işçi de razı olur.
Yurt dışına çalışmaya giden inşaat işçileri, önce bir tezgaha girerler. Bu tezgah, işçi simsarlığıdır. Simsarlar kimi zaman işçilerin eş dost bildikleri usta ve kalfalardır, kimi zaman da inşaat şirketlerinin yöneticileridir, genellikle de bunlar birbiriyle irtibatlıdır. Okumuş yazmış şirket yöneticilerinin, işe aldıkları işçilerin maaşlarından komisyon aldıkları sıkça görülen bir durumdur. İşçi simsarlığında geldiğimiz son nokta ise insan kaynakları üzerine kurulan şirketlerdir. Bu şirketler insan ticaretinin yasallaştırılmış rolünü oynarlar, müteahhitlere işçi bulup emek üzerinden pay alırlar.
İşçiler yurt dışındaki şantiyelere gönderilirken onlara çeşitli sözler verilir. Düzenli ve yüksek maaş, iş bitiminde prim, geniş sosyal imkanlar gibi sözlerin fos çıktığını, işçiler yurt dışına gidip pasaportlarını işverene teslim ettikten sonra birkaç gün içinde anlarlar ama artık iş işten geçmiş olur. Gittikleri şantiyelerde prefabrik binaların içinde esaret hayatı başlar. Binalar belki güzeldir ama gerçek hayat öyle değildir. İşçiler günde en az 12 saat çalıştırılır, çoğunlukla da fazla mesai yaptırılır. İş para ödemeye geldiğinde ise bırakın fazla mesaiyi, işçi çıplak maaşını bile doğru düzgün alamaz; çünkü şirketler işçilerin en az 2-3 aylık maaşını içerde tutar, iş bitiminde de keyfine göre öder.
Yurt dışı şantiyelerde işçilerin sağlık güvencesi de bulunmaz. Sigorta yapılması çoğu ülkede zorunludur ama formalite tamamlamaktan öteye gitmez. İşyeri hekimi, haftada 1-2 saat ortalıkta görünür, sonra da kaybolur. Sıkça yaşanan iş kazalarında işçiler sessiz sedasız sakatlanırlar, seslerini duyan olmaz.  
İnşaat şirketleri, işçilerin döktüğü betona, işçiden daha fazla değer verirler. Örneğin Rusya’daki şantiyelerde çok soğuk havalarda beton dökülür. Betonu korumak için dökümden sonra üzerine izolasyon malzemesi ile yapılmış bir yorgan serilir, ama betonu hazırlayıp döken işçinin üzerinde doğru dürüst bir koruyucu elbise bile bulunmaz.
Sermayenin ve emek simsarlarının kurbanı olan gurbetçi işçiler için ailelerinin yanına dönmek, en çok dini bayramlarda önem arz eder. Kurban Bayramı’nda onca yolu kat edip evlerine ulaşabilen işçiler, yaşadıkları esaretin bedeli olarak kurbanlarını keserler; birkaç günlük beylikten sonra  tekrar yollara düşerler.
Bu döngü 18-20 yaşında başlar, 50’li yaşlara kadar sürer. Döngüye yıllar içinde onların çocukları ve torunları da katılır. Almanya’daki göçmen işçilerin aksine, onların arkasından emek ticaretinin kutlamasını yapan bir Başbakan bile bulunmaz.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et