Dersim katliamının üzerinden üç çeyrek asır geçti. Öğrenmenin yaşı yok. Başbakan Erdoğan her halde yeni öğrendi ve devlet adına özür diledi. Özür diledi de ne oldu? Katliam kurbanlarına tazminat mı ödendi? Tunceli yeniden Dersim mi oldu? Kürt ve Zaza çocukları bugün kendi ana dillerinde eğitim mi yapıyor? Üç çeyrek asır öncesi bombalanan, gaza boğulan Dersim’in, Kürdistan’ın dağları ve vadileri bugün artık bombalanmıyor mu? Bugünün seyidleri, şıhları kendi dillerinde dinlerini özgürce yaşayabiliyor, kamuda özgürce kullanabiliyor mu? Kürtler artık zindanlara doldurulmuyor, dağda şehirde kurşunlanmıyor mu?
Bu sorular uzatılabilir. Ama sorunun kaynağında Kürt sorununun olduğu, ülkede bir demokrasi sorunun bulunduğu apaçık ortadadır. Politik çıkar sağlamak amacıyla yapılan hangi gerici demagoji bu çıplak gerçeğin üzerini örtebilir ki? Bütün bu tartışmalar, politik gelişmeler eşliğinde yeni bir anayasanın yapılması sorunu da orta yerde duruyor. Yeni “zehir hafiyelerin” İçişleri Bakanı olduğu, cezaevlerindeki Kürt siyasetçilerinin sayısının kabardığı, basılmamış kitapların suç olduğu, sendikaya üye olmaktan dolayı işten atılan, şiddet gören işçilerin olduğu bir politik ortamda yeni bir anayasa olanaklı mı? Evet yeni bir anayasa olanaklıdır, ancak demokratik bir anayasa olanaklı değildir. Bunu açıkça ortaya koyma gerekir.
Demokratik bir anayasanın olanaklı olabilmesi için demokrasi güçlerinin gerici saldırıları püskürtebilmeleri, karşı cepheye kendi istemlerini kabul ettirebilmeleri gerekir. Demokrasi mücadelesinin ve demokrasiyi merkeze alan bir hareketin henüz bu kadar güçlü olmadığı ortadadır. Bugün demokrasi mücadelesi esas olarak Kürtler tarafından yürütülmekte, ilerici, demokrat, vicdanlı Türkler de bu mücadeleye katılmaktadır. Zaten bugün yeni bir anayasa tartışmasının yapılmasının nedeni de budur. Ancak hükümetin merkezinde olduğu gerici güçler demokrasi ve demokratik bir anayasa istemini ve mücadelesini kendi istedikleri gibi yorumlamakta, kendi gerici çizgilerini ve politikalarını yeni anayasada egemen kılmanın adımlarını atmaya çalışmaktadırlar. Bu konuda şimdilik güçlü ve belirleyici oldukları açıktır.
Ancak bu güçlülük zayıflatılabilir, belirleyicilik engellenebilir. Yani kadir-i mutlak değildir. Demokrasiyi savunan güçler kendi politik cephelerini genişletmek ve daha sıkı örmek üzere yoğun bir çaba içerisindeler. Sendikalar işçi sınıfına yönelik saldırılara karşı giderek daha fazla karşı koyma, mücadele merkezleri olarak hareket etme gibi bir tutuma sahip oluyorlar. Hükümet ve devlet ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar halkın vicdanında mahkum oluyorlar ve attıkları her adım onları kaçınılmaz olarak zayıflatıyor. Çünkü onlar halkın çıkarlarını merkeze alan ekonomik ve politik kararlar alamazlar ve alamıyorlar. Bu konularda aldıkları her karar, attıkları her adım halka karşıdır. Yani ne kadar şişinirlerse şişinsinler güçleri kof bir güçtür.
Sadece Van depremi bunu açıkça ortaya koydu. Yalnızca depremden değil, soğuktan ve açlıktan ileri gelen ölümler de onlar için kara bir lekedir. Sağlıkta, eğitimde sürekli halkın çıkarlarına karşı adımlar atıyorlar, zamlar, vergiler peş peşe bindiriliyor. Operasyonlar, tutuklamalar polis devletine doğru gidişin alarm zillerini çaldırıyor. Bu koşularda demokrasi için mücadelenin, yeni demokratik bir anayasa için mücadelenin önemi daha da artıyor.
Diğer taraftan şu da artık açık seçik ortaya çıkmıştır ki, halkın çıkarları için parlamento çoğunluğu tarafından en küçük bir adım bile atılmayacaktır. Ancak parlamento içindeki küçük bir azınlık ile halk hareketinin güçlü kaynaşması demokrasi mücadelesini ilerletebilir, demokratik bir anayasanın güvencesi olabilir. Gericiliğin her hamlesi onu zayıflatırken, demokrasi hareketinin her hamlesi ise kendisini güçlendirecek ve halkın geniş kesimlerinin onun etrafında kenetlenmesini hızlandıracaktır.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et