Freud olsun, Jung olsun, psikanalizin babalarının, hayatımızın psikoterapiyle kurtulduğuna inanmayanlar için bile, geçen yüzyılın en etkili isimleri arasında yer aldıkları kabul edilmesi gereken bir şey. Yaşadığımız dünya böyle, onlarsız konuşmanın güç olduğu bir yer.
Yılın beklenen filmlerinden biri Tehlikeli İlişki, Freud ile Jung ilişkisini ve yüzyılın başlarında psikanalizin hallerini anlatıyor. Yönetmeni David Cronenberg, filmlerinin bir ortak özelliğini tarif etmesi güç olsa da, kendine özgü üslubuyla müsemma yönetmenlerden. Çarpışma nasıl bir tuhaf kesişim hikayesiyse, Çıplak Yemek tribin en acayibiydi, Şark Vaatleri bambaşka bir şiddetli meseleyken, Şiddetin Tarihçesi ne karanlık bir gerilimdi. Karanlık, bir tema gibi değil ama her seferinde bir yerinde karşımıza çıkan bir motif olarak var Cronenberg filmlerinde, belki de bu ona çağının tanıklığındaki özgün ikna ediciliğini sağlıyor.
Tehlikeli İlişki’nin karanlığı, zihnin derinliklerinde. Meselesi kısaca şöyle bir şey; Freud, psikanalizi kurmuş ve konuşarak hastaları tedavi etme yöntemini geliştirmiş, bastırılmış cinsel dürtülerin birçok sorunun altında yattığını ortaya atmış. Biraz seveni, çokça düşmanı var. Genç bir doktor, Carl Jung, takipçilerinden. Özellikle genç kadın hastası Sabina Spielrein’ın tedavisinde epey ilerliyor ve Freud ile uzaktan takipleri bırakıp bir araya geliyor, uzun uzun konuşuyorlar. Tehlikeli ilişki, hasta, metres, arkadaş, meslektaş, her şey olan Sabina ile Jung arasında mı, yoksa baba oğul gibi anlaşan ve tartışan Freud ile Jung arasında mı, zaten filmin meselesi aşağı yukarı bu. Sabina’nın tek işlevi Jung’la yaşadıklarından sonra ortalığın karışmasına katkıda bulunmak değil, tedavisi epey ilerledikten sonra tıp okuyor ve o da bu alanın önemli isimlerinden biri haline geliyor.
Film bir oyuna ve kitaba dayanarak, olabildiğinde tarihi bir hikaye anlatmaya çalışıyor ya, uzaktan pekala “düz” bir film gibi görünebilir. Ama işte onu, başkasının yapamayacağı kadar Cronenberg’in ürünü yapan noktalar inceden inceye bütün filme sirayet etmiş. Jung, filmin başında bir miktar soğuk bir karakter olmakla birlikte, bu genç doktorun heyecanı ve hırsına saygıyla başlıyor her şey. Freud ise, başından beri itici, kibirli ve otoriter. Önlerine çıkan her meseleyi cinsellikle açıklamaya çalışmasına Jung’un getirdiği itirazlar, bizim gibi izleyiciyi de, en sıkı Freudçu değilse, bayağı ikna ediyor. Filmin numarası bu işte, giderek, abarttığından emin olduğumuz, “O kadar da olur mu” dediğimiz şey, aslında olanı biteni açıklıyor. Bir de Jung’a bakıyoruz ki, o hepten astrolojiyle, metafizikle bilimin kendisinden neredeyse daha fazla haşır neşir.
Galiba yönetmen için en saygıdeğer karakter, kısa bir süre görünen Otto Gross. O da alanın önemli isimlerinden ama fazlaca umursamaz ve kendine hayran soğukkanlılığıyla bir sempati yaratıyor. Vincent Cassel’in karizmasının da bunda payı olsa gerek. Diğer oyunculardan, Keira Knightley’in Sabina rolünün kimi abartılı sahnelerine fazla geldiğini söylenebilir. Michael Fassbender, Jung’un heyecanla başlayıp abartılı bir hırsa teslim olan hikayesinin tüm insaniliğini başarıyla veriyor da, Viggo Mortensen’in Freud’u gereksiz “kötü kötü” bakıyor.
Biraz cüretle, karakterlerin filmde de vurgulanan milliyetlerinden yola çıkarak bir ilginç özet yapılabilir. Dönem, 20. yüzyılın başları, akılda tutalım. Bir Yahudi olarak Freud, Avrupa’nın entelektüelliğin temsilcisi, kibri maşallah yerinde ve o zamandan da bir ayrımcılığın, dışlanmışlığın muhatabı. Düşünün, hepsi için bu daha başlangıç. Ari ırktan olduğu için hocası tarafından halefi olmasına daha da önem verdiği Jung, gayet kafası karışık bir adam ki, zaman ilerledikçe faşizmi iktidara getiren Avrupa halklarının haleti ruhiyesine adım adım yaklaşıyor. Rus Yahudisi Sabina ise, başta en dibe vurmuş, en sorunlu karakter ama kararlılığı ile oradan öyle bir çıkıyor ki, hastayken doktor oluyor, en iyilerinden biri oluyor ve filmin sonunda da yazan hikayesi, devrimden sonra Sovyetler’e gidip orada uzun yıllar psikanalize katkıda bulunmak, önemli öğrenciler yetiştirmekle sürüyor; en ezilen halkın yeni bir dünya kurmaya başlamasına paralel. Bir de zengin ailenin anarşist oğlu Otto Gross var, kimseyi umursamadan, kimseye kendini anlatamadan içine kapanıyor ve göçüp gidiyor. Yüzyılın tehlikeli tarihi ne kadar tanıdık.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et