27 Kasım 2011 11:48

AKP’lileşen devlet.. Devletleşen AKP - 2

AKP’lileşen devlet.. Devletleşen AKP - 2

Fotoğraf: Envato

Paylaş

AKP’nin, başında Cemaatle el ele Erdoğan’la, hemen tüm kurumlarını ele geçirip, en son orduya da kendisini dayatarak, devletin doruk noktalarına sere serpe kurulduğuna herhalde kimse karşı çıkmayacaktır. En çok, nereye kadar ele geçirmiştir –bunda tartışma olabilir. Yoksa hiç kimse, AKP’nin hâlâ “altta güreşmekte”, bir kısım “devlet büyükleri” tarafından sıkıştırılmakta ve belirli konularda takiyye yapmak zorunda kalmakta olduğundan söz etmeyecektir.
Ne polis bırakılmıştır... ne mahkeme. Ne şimdiye kadar hiçbir hükümetin değiştiremediği bürokrasisiyle, dış politika... Ne her hükümetin önüne konulan “kırmızı dosya”da yazılı “gizli anayasa”. Belirli bir denge bile kalmamış, bazı dönemlerde geriye çekilip sessiz kalsa bile, hiçbir zaman, sahip olduğu ağırlıkla tafra satıp devletin asıl sahibi olarak kendisini dayatmaktan geri durmamış ordu ve başta yüksek yargı bürokrasisiyle ona bağlı olarak ve onun etrafında şekillenmiş yönetsel mekanizmanın da sonunda biat etmesiyle, Erdoğan ve AKP’si devlete baştan aşağı renklerini vermişler ve devlet AKP’lileşmiştir.
Benzeri, az-çok Menderes-Bayar ve Özal dönemlerinde yaşanmış olan askerlerin elinden kayarak devletin “siviller”ce bu ele geçirilişi, biliniyor, “askeri vesayet rejimi”ne karşı demokrasi mücadelesi olarak desteklenmiş ve “sivilleşme” adına yüceltilmiştir.
Önceki iki sivil atak, devlet kademeleri içinde ilerlemeler olmakla kalmış, örneğin Menderes zamanında Türkçeleştirilmiş ezan yeniden Arapça okunmaya başlansa bile, devlete rengiyle birlikte örgütsel temelini veren tüm ideolojik yaklaşım ve dayanaklar az-çok zedelenmeden kalmıştır. Bu dönemde, sonradan müebbet cezaya çarptırılan R. Erdelhun etrafında “yandaş” bir genelkurmay oluşturulmuş... Tüm gelenekleri “alt-üst ederek” kısa şort ve parmak arası terliklerle tören birliği denetleyen Özal döneminde de, Koşaner’in yaptığı gibi, Genelkurmay Başkanı istifa etmiştir... Ama Menderes Nurcuların önünü açsa ve Özal ayağında takunyayla dolaşsa bile, özellikle Amerikan emperyalizminin tüm desteğini alan “ılımlı İslami” şekillenişiyle örgütlü siyasal İslam, kuşkusuz neoliberal karakterli bir büyük sermaye hareketi niteliğiyle yeniden örgütlenerek, öncekilerin yerine devletin tayin edici noktalarına yerleştirilebilmeyi başardığı eğitilip yetiştirilmiş hazır kadrolarıyla devleti böylesine ele geçirmemişti.
Şüphesiz örneğin şeriat mahkemeleri ya da “İslam Devrimi muhafızları” adı verilmiş İslami ordusuyla Bir Humeyni (ya da Hamaney) rejimi kurulmamıştır. Hem AKP’nin niteliği farklıdır, hem İslam “ılımlı İslam”dır. Örgütsel temeli, uhrevi ağırlığıyla şeriat değil, ama büyük sermayenin çıkarlarının ifadesi olan dünyevi kaygılar vermektedir. Gücü küçümsenemeyecek dinsellik, evet, hem birleştirici “harç” hem de seferber edip harekete geçirici motiftir, ama, tüm gücüne karşın, “renklendirici” ya da “sos” durumundadır. Ve “İslam”ı, bu noktaya, başka kimse değil, ama özellikle Amerikan emperyalizmi ve tekelci büyük sermayenin istek ve çıkarlarına uygun olarak, en başta Hoca Efendiyle, Erdoğan el ele getirmişlerdir. “Sermayenin dini imanı olmaz” şiarı, ikisinin de benimseyip savundukları başlıca hareket ettirici olmuş; din, sermaye ve çıkarlarının hizmetine koşulmuş, yönü, İslam değil sermaye tayin etmiş, büyük sermaye ve emperyalizmin karar mercii olduğu kabul edilmiştir.
Dolayısıyla örneğin Menderes-Bayar tarafından ele geçirilme örneğiyle kıyaslandığında devletin AKP’lileşmesi, daha gel-geç olmayan, daha kapsamlı ve “oturaklı” bir yeniden yapılanma etkinliğidir. Ancak baştan aşağı bir “dinsel yenilenme” de değildir. Diğerleri –örneğin Ecevit’le Demirel arasındaki el değiştirmeler– gibi sıradan bir hükümet değişikliğinden ibaret olmayışı, onu aşan yönleri görülmelidir. Ama yenilenmesinde hayır olduğu düşünülen “diktatör mü demokrat mı?​” tartışmasıyla diktatörlük hâlâ yalnızca Kemal’e mal edilirken AKP demokratizmine dair iman tazeleme kadar... Sanki bugüne dek demokrasiyle yönetiliyormuşuz gibi, Erdoğan ve AKP’sinin bizi otoriter bir “korku İmparatorluğu”na sürüklemekte olduğu korkusu da yersiz ve kafa karıştırıcıdır. Korkuysa sorun, “korku tüneli”nden ne zaman çıktı ki Türkiye? Demokrasiyse, ne zaman bulduk ki kaybedelim?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa