29 Aralık 2011

Kendi sorumluluğun nerede?

Birkaç gün önce, Hürriyet Gazetesinin Eski Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök
“yılın gazetecisini takdim ediyorum” başlıklı bir makale yazdı. Özkök bu yazısında yeni gazeteci tipinin canlı bir portresini çiziyordu. Bu gazeteci tipine Özkök’ün yapıştırdığı nitelikler şöyle, “adam muhbir,...siluet,..çeteleci,... gazetecilerin eli kolu bağlanıp, ağızları kapatılınca bütün meydanlar ona kalmış. Gammazlıyor, ihbar ediyor, hakaret ediyor, iftira atıyor. Acımasız bir terminatör. Vuruyor, taşlıyor, korkutuyor, sürgüne gönderiyor. Kızdığı ne kadar gazeteci varsa sürgüne gönderiyor...”
Bu tanımlamalar böylece sürüp gidiyor. Özkök geçmişte de Türk basınında çokça yanlış işler yapılmış olmasına karşın, kendi meslektaşlarını ihbar eden tipe ilk kez rastlandığını yazıyor. Yazı etkili, vurucu güzel bir yazı. Söyleyeceklerini büyük bir yetenekle ortaya koyuyor. Ama yazının sorunu ortaya koyduklarında değil, ortaya koymadıklarında. Yazının sorunu söylediklerinde değil, söylemediklerinde. Eğer Ertuğrul Özkök biz bütün bunları halka karşı, ilerici, demokrat insanlara karşı, terörist yaftası yapıştırdığımız sayısını bilemediğimiz binlerce insana karşı acımasızca yaptık, böyle olmasının sorumlularından birisi de benim, şimdi sıra bize geldi, halktan özür dilerim diye bitirseydi, yazdıkları gerçekten kıymetli olacak, bu yazı belki de basın tarihinde etkili sayılabilecek makaleler içinde yer alacaktı.
Ama yazıda bunlar yok. Bu nedenle de bütün o yazınsal parlaklığına karşın yazı inandırıcı olamıyor. Özkök, daha öncesini değil, ama Hürriyet gazetesinin kendisinin yönettiği dönemdeki manşetlerine, önemli haberlerine bir göz atsaydı, muhbirliği, yargılamayı, hayatları karartmayı, yaftalamayı çok rahatlıkla görebilirdi. Lafı dolandırmaya gerek yok. Büyük basın devletin, hükümetlerin, büyük sermayenin, kurulu düzenin sözcüsü, savunucusu ve militanı oldu ve olmaya da devam ediyor. Efendiler değişiyor ama hizmet edilen uğursuz amaçlar hiç değişmiyor. Bu çürümenin ve soysuzluğun arasında bir gün hedefe bizzat gazetecilerin kendilerinin de konacak olması gerçekten büyük bir sürpriz mi?
Evet büyük basında sayıları oldukça azalmış olsa da namuslu, yürekli, dürüst gazeteciler de var. Ama bunların yazdığı gazetelerin sayfalarından kan damlıyor, zehir saçılıyor, muhbirlik yapılıyor. Bu gazetecilerin yazdıkları sütunlara komşu sütunlarda Özkök’ün bahsettiği bütün o lanetli işler yapılmaya devam ediyor. Okuyucular bu gazetelerde bir gram bal yiyebilmek için bir kilo zehri mideye indirmek zorunda kalıyor. Bu dürüst gazeteciler de istemeseler de bu düzenin sürgit devam etmesine yardım etmiş oluyorlar. Artık şu yakınmalar daha sık duyuluyor, “Basın ölüyor, gazetecilik ölüyor”. Evet gerçekten gazetecilik ölüyor, can çekişiyor. Ama ölen ve yok olmaya mahkum olan yukarıda çerçevesi çizilmiş olan gazeteciliktir.
Açıkçası hangi gazetecilik ölüyor sorusuna doğru bir yanıt verilmeden, basın ve gazetecilik konusunda aydınlatıcı tek bir söz söylenemez. Büyük sermayenin, kurulu düzenin, devletin ve hükümetlerin borazanı ve savunucusu olan gazeteciliğin sonuna gelinmektedir. Bugün olup bitenler bir günde ortaya çıkmadığı gibi, sadece bu döneme özgü de değildir. Artık gazetecilik yapmak isteyen eğer gerçekleri savunacaksa halkın yanında yer alacaktır. Halkın acılarına, sorunlarına, halk üzerinde estirilen siyasi ve ekonomik teröre sessiz kalarak gazetecilik yapılamaz. Gazetecilerin önünde gerçekte iki yol vardır; ya sermayenin utanmaz, arsız militanı, muhbiri olacaklar, ya da halkın, dolayısıyla gerçeklerin militanı olacaklardır. Arada bir yol arayanların çabaları boşuna olacaktır.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et