3 Ocak 2012

Uludere’de 35 köylünün TSK’ye ait savaş uçakları tarafından bombalanarak katledilmesi, gecikmeli bir biçimde de olsa tartışılıyor. Ancak, Evrensel, Gündem ve Birgün’ü, Hayat Televizyonu, İMC ve Roj TV’yi dışta tutarsak, merkez medyada ilkeli duruşları ile tanıdığımız isimler dışında, meselenin hâlâ çevresinde dolaşıldığını özellikle vurgulamak gerekiyor.
Medya kısmına yeniden döneceğimizi belirterek, aslında öncelikle Genelkurmayın tavrından başlamak gerekiyor.
Genelkurmay, insanın kanını donduran olayın duyulmasının ardından yaptığı ilk açıklamada, neredeyse ölenlere ‘Neden oradan geçiyorsunuz?​’ dercesine bir üslup kullandı: “Olayın meydana geldiği yer, bölücü terör örgütünün ana kamplarının konuşlu olduğu, sivil yerleşim bulunmayan, Irak kuzeyindeki Sinat-Haftanin bölgesidir. Olay hakkında idari ve adli inceleme ve işlemler devam etmektedir.”
Genelkurmay, haberle ilgili ayrıntıların gündeme gelmesinin ardından oluşan tepki ortamının da baskısıyla kısa bir “baş sağlığı” mesajı yayımladı. Ancak Genelkurmaydan şu ana kadar bir özrün dahi gelmemiş olması ciddi bir problemdir. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da, önceki gün, 6.5 saat süren Bakanlar Kurulu toplantısının ardından, Genelkurmayın ilk açıklamasını destekleyen içerikte konuştu ve “Helalleşme olur ama resmi olarak kürsüye çıkarak özür dilemek olumsuz bir beklenti olur” dedi. Hiçbir karşılığı olmayan postmodern bir Dersim özrü kolay, ama güncel bir değeri olacak bir Uludere özrü beklemek ‘olumsuz’ bir beklenti oluyor Hükümete göre. Başbakan Erdoğan’ın dünkü açıklaması da gösterdi ki, özür yok, azar var!
Hükümete yakın gazetelerden birinin; olayın ardından Genelkurmay Karargahında yapılan toplantıya dair yayınladığı haberdeki şu cümleler de yandaş medyanın olaya yaklaşımı hakkında bir fikir verecektir: “Olayın terörle mücadeleyi olumsuz etkilememesi için psikolojik önlemin alınması gerektiği üzerinde duruldu. Bu çerçevede terörle mücadelede görev yapan tüm komutanlara olayın bütün yönleri ile değerlendirilmesi kararı alındı. BDP’nin 3 günlük yas ilanı ve terör örgütü PKK’nin önemli ismi Fehman Hüseyin başta olmak üzere bazı isimlerinin hemen ‘o bölgede militanlarımız yoktu’ şeklindeki açıklamaları ‘istismar’ başlığı altında değerlendirildi. Olaya ilişkin açık duruş sergilemenin istismarın önüne geçeceği tespiti yapıldı. Hayatını kaybeden 35 vatandaştan 29’unun devlete korucu veren Goyan aşiretinden olduğu tespiti yapıldı. PKK’nin bu aşireti istismar etmemesi için bölgedeki komutanların ailenin ileri gelenleri ile görüşmesi talimatı verildi. Bu çerçevede komutanların ailelerin ileri gelenleri ile görüştüğü ve taziyelerini ilettiği belirtildi. Hükümet ile yapılan değerlendirmeler çerçevesinde de bölgede bulunan mülki amirler ile sivil toplum kuruluşları da olayın istismarını önlemeye yönelik adımlar atacak.” (31 Aralık 2011, Sabah)
Böyle yaklaşıldığında, olayın sorumlularının hesap vermesi gibi bir talebin bile devleti zaafa düşürecek bir tutum olarak görüleceği açıktır. Devletin kurumlarının itibarı ile vatandaş hayatının değeri arasında bu kadar açık ara bir mesafenin olduğu bir düzen ahlaken çürümüştür.
Bu arada Taraf yazarlarıyla Başbakan arasında süren ‘istihbarat’ polemiği de aslında olayın bir başka problemli yanını oluşturuyor. Sorun neredeyse MİT’in ‘yanlış’ istihbaratına indirgeniyor. Olaya ‘yanlış istihbarat’ meselesi olarak bakan Taraf gazetesi açısından, vücutları paramparça halde dağılmış olanlar ekmek parası peşinde hayatını riske atmış olan köylüler değil de, ‘doğru bir istihbarat’ ile tam isabet vurulmuş olan PKK’liler olsa sorun kalmayacak. O zaman Heron başına verilen 20 milyon doların her kuruşu helali hoş olsun!
Peki Türkiye, zaten krizin pençesinde kıvranan dışa bağımlı ekonomisi içindeki çok önemli bir kaynağı bu insansız hava araçlarına ayırmak yerine Kürt sorununu demokratik bir biçimde çözmeye odaklansa, bu, sadece mali değil, insani bakımdan da daha az maliyetli olmaz mı?
Hükümetin uzunca bir süredir, askerle birlikte uyguladığı politikalarla bu soruya ‘olmaz’ yanıtını verdiği açık. Ancak bu politikanın bugün insani değerleri güvenlik baskısı altında çürüten bir noktaya geldiği de bir o kadar açık.
Uludere olayı, en sıradan insani değerler bakımından bile bu ülkede yaşayan herkese bir ayna tutuyor. Herkes o aynadaki boyuna bosuna bir bakıp, gerekli dersi almadan, bu ülkede Türkler ve Kürtler olarak anlamlı bir geleceği birlikte kurabilmemiz hiç de kolay gözükmüyor.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et