Hükümetten başka ne beklenirdi ki?

Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir dönemde burjuva hükümetler ve parlamentolar, eğer emek mücadelesi tarafından zorunda bırakılmamışlarsa, işçi sınıfı ve emekçilerin mevcut haklarından daha ileri haklar içeren yasalar çıkarmamışlardır.
Yaygın ve genel olan, emek mücadelesi fiilen kimi haklar kazanmış ve parlamentolara, hükümetlere bu hakların yasalara geçirilmesini dayatmışsa, ya da hükümetler hakların böyle kullanılmasını düzeni tehdit ettiği kaygısına sürüklenmişse, ancak o koşullarda işçi sınıfı ve emekçilerin hakları yasaya geçebilmiştir. Bunu yaparken bile mevcut haklar mümkün olduğu kadar kısıtlamayı amaçlamışlardır. Bunun tek “istisnası” işçi sınıfının uluslararası mücadelesi ve sosyalizmin baskısıyla kapitalist ülkelerde emekçilere tanınan hakların yasalara geçirilmesidir! Ama gerçekte bu da istisna değildir. Çünkü bu hakları da burjuva parlamentolar gönülleriyle değil, işçi sınıfı ve sosyalizm mücadelesinin uluslararası boyutta kazandığı başarılardan, bu başarıların yarattığı baskılar sonucu kabul etmek zorunda kalmışlardır. Örneğin Türkiye’de sendikal yasaların çıkması, grev hakkının tanınması gibi yasalar bir yanıyla bu uluslararası baskılar sonucu çıkmıştır. Bu uluslar arası mücadele görülmediği için de bugün bile işçilerin ve sendikacıların çoğu, Türkiye’de grev hakkını zamanın Çalışma Bakanı Bülent Ecevit’in verdiğini sanmaktadır.
Aslında kamu emekçilerin mücadelesinde bu gerçek kendisini çok daha dolaysız biçimde göstermiştir.
1990’lı yıllarda kamu emekçilerin sendikalarının kurulması süreci de çok açıkça bu “toplumsal yasayı” desteklemektedir. O yılları yaşayanların anımsayacağı gibi, ortada yasası filan yokken; önce sendikalar kurulmuş, bunu önleyemeyen hükümetler, kamu emekçilerinin sendika hakkını tanıyan yasayı çıkarmak zorunda kalmıştır. Ama var olan sendikal hakları hem zaptı rap altına alıp dondurarak, hem de sınırlayarak, varolan durum daha geri çekerek bunu yapmışlardır.
Peki şimdi kamu emekçileri ne bekliyordu: Hükümetin toplu sözleşme hakkını tanıması ve demokratik, kamu emekçilerin TİS’de ağırlığını koymasına izin verecek bir toplu sözleşeme yasası! Hatta bu toplu sözleşmenin grev hakkıyla  (dayanışma grevi, genel grev gibi haklarla) donatılmasını!
Peki Hükümet ne yapmıştır?
12 Eylül 2010’da referandumuna sunulan “Anayasa değişikliği paketine” bir “rüşvet maddesi” olarak konan “Memura TİS hakkı” düzenlemesi aslında eski “toplu görüşme” düzenlemesinin bile gerisine çeken koşullar tarif etmiştir. Böylece kamu emekçilerinin demokratik bir tartışma süreci ve kamu emekçilerinin masanın bir yanında ağırlıklarını koyması beklenen “toplu iş sözleşmesi”nde son söz; 7’si hükümet, 2’si Memur-Sen, 1’i Kamu-Sen, 1’i de KESK’i temsil eden 11 kişilik bir “hakem heyetini kararına” bırakılmıştır. Bu kurul da oy çokluğu ile karar verecektir! Yani hükümetin atadığı üyelerin verdiği karar TİS olacaktır. Dolayısıyla tıpkı bugün olduğu gibi toplu sözleşmede de son sözü hükümet söyleyecektir!
Hazır imkan bulmuşken geriye doğru bir adım daha atan hükümet, bütün sözleşmeleri “tek tip” haline getirerek, bugüne kadar Tüm Bel-Sen’in yaptığı sözleşmeleri de geçersizleştirerek, kamu emekçileri sendikal hareketini “memur maaşlarına hükümetin yaptığı zam”a indirgenmiş bulunmaktadır. Böylece, kamu emekçilerinin çeyrek yüzyıla yaklaşan mücadelesi yok sayılarak, sendikal mücadele günlerinin öncesine dönülmüştür. Şu açıktır ki, “toplu sözleşme sanki yapılıyor gibi” bir yasa çıkarılmak istenmektedir.
Peki başka ne beklenirdi?
Bu köşede ve gazetemizin başka köşelerinde ve haberlerinde, röportajlarında sıkça vurgulandığı gibi, eğer kamu emekçileri; geçmiş mücadelelerinden ve işçi sınıfı mücadelesini uluslararası deneylerden gerekli dersleri çıkararak, bu süreci grevli ve demokratik bir TİS yasası çıkartma mücadelesine dönüştüremezlerse hükümetin var olan düzenlemelerin ve fiili durumun gerisinde bir yasal düzenleme yapacağına önemli vurgular yapılmıştı.
Bugün olan budur!
Bu, elbette “Evrensel böyle yazdı” diye böyle olmuyor. Hayatın gerçekleri böyle olduğu; hükümet sermayenin hükümeti, meclis sermayenin çıkarlarını savunan vekillerin olağanüstü çoğunlukta olduğu bir meclis olduğu için böyle olmaktadır. Bunu aşmanın tek yolu da tamu emekçilerinin kendi talepleri uğruna verecekleri mücadeledir.
Eğri otursak bile doğru konuşalım: bugüne kadar verilen mücadele sermayenin ve onun hükümetinin gücünü kıracak ve kamu emekçilerinin ihtiyaçlarına uygun bir yasanın çıkmasını sağlayacak boyutta değildir. Bugün de yakınmaları aşan bir çizgide bir mücadele hattına girilip işyerlerini, caddeleri, sokakları mücadele alınana dönüştüren bir yola girilemezse bu yasayı Meclis, belki daha da geri çekerek çıkaracaktır.
Her şey bu kadar açıktır ve bugün kamu emekçileri sendikalarının başında olanlar bu tarihsel sorumlulukla karşı karşıyadırlar. Hükümeti eleştirerek, meclise öfkelenerek bu sorumluluktan kurtulamazlar.
Bugün hala, hükümetin kamu emekçilerinin mücadelesini yok sayan tutumu geri püskürtülüp, kamu emekçilerinin isteklerine yakın bir TİS yasası çıkarılması mümkündür. Bun nasıl yapılacağını da aslında sendikacılar ve kamu emekçilerinin ileri kesimleri biliyor. Bunun için gerekli inisiyatif göstermek, KESK ve bağlı sendikalar başta olmak üzere tüm kamu emekçileri sendikalarına düşer. Elbette işçi sendikalarına da!

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et