Geldi, geçti kadınlarımız!..

Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlarımız 8 Mart günü bir kez daha kandırıldı, yok sayıldı, öldürüldü. Her 8 Mart’ta ve dahası her gün olduğu gibi. Gün boyunca çeşitli yerlerde hakları, hukukları sayıldı, döküldü; yaşadıkları olumsuzlukların tüm suçu da erkeklerin omzuna yüklenerek bir güzel rahatlatıldı.
Geçmişimize bir göz atıldığında evde başlayıp gidebildiği yere dek giden örgün (4), yaygın (+4) ve salgın (+4) tüm eğitim sürecinde erkeğin üstünlüğü, önceliği anlatılmıştır insanımıza. Erkek topluluğu da böyle olmaya zorlanmıştır bir yerde. Bu gelenek(!) bugün bile sürmektedir tüm varlığı ile… Yani, geçmişimizden kopup gelen bir ayrıcalık, bir üstünlük verilmiştir erkek toplumuna. Güncel söylemde pozitif denilen olumlu bir ayrımcılık sayılır mıydı bu bilemiyorum; ama günümüzde, özellikle de 8 Mart gününde bir erkek düşmanlığına dönüştürülmektedir bu yapay; hem de zorlama ayrımcılık. Kadınları korumak ve kollamak adına; ama insan kavramı hiç sayılarak.
Oysa zaman aşımına uğrayıp giden Madımak olayında, Uludere sınır boyunda öldürülenler insandı. Kadınlarımız, soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen bizim kadınlarımız, izleyicisiz oynanması gereken ayaktopu karşılaşmalarında erkeklerin yerine konularak bir başka türlü insansızlaştırılıyorlardı bir de.
İnsana değil de, kadına şiddete karşı önlem düşünülmesi ilginç geliyor bana, şiddeti toptan yok etmek varken. Sporda şiddet yasasını çıkararak spordaki şiddeti şiddet sporuna dönüştürmeyi becerebilmiş siyasal erk, şimdi de kadına şiddete karşı yasa çıkarmaya çalışıyor gözleri bir kez daha boyamak için. Ve de yürürlükteki yasalar yetersizmiş gibi. Ve sanki bu ülkede şiddet gören erkek yokmuş gibi. Erkeklerin sesi çıkmaya başladığında da onlara özel bir yasanın başına otururlar artık.
Sanki her gün evinde öyleymiş gibi cicili bicili giydirilip kuşandırılmış; evlendirme mi dövüştürme mi olduğu pek anlaşılamayan izlencelerde kamera karşısına oturtulmuş evlenme yanlısı kadınların o görüntüsü, Behzat Ç.’deki savcı-komiser ilişkisi denli rahatsız etmiyor anlaşılan ne milleti, ne vekilini; ne de kadınları. Ne mühendislerin, ne doktorların, ne yargıçların istediği; ama kendisinin bir türlü isteyemediği, beyaz atlı prensesini bekleyen Hakan abinin
8 Mart nedeniyle kendisini istemeye(!) gelenlerin tümüyle çay içeceğini söyleyerek kadınlara yönelik bir iyilikte bulunması, bir güzellik yapması bile orada bulunan kadınları hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Öylesine evliliğe(!) odaklanmışlardı ki, kadın gününde bile aşağılandıklarının ayrımına varamamışlardı. Evet, her bir kadının adı vardı orada; ama kendisi yoktu. Allı güllü giysiler çoktu da içinde kadın yoktu. Efendi Hakan’ın bu yaklaşımı, kadına şiddet yasası çıkarma uğraşındaki siyasal erkin yapısıyla nasıl da örtüşüyordu. Orada, burada, her yerde kaş yapılırken göz çıkarılıyordu durmaksızın.  
Yoksulluğun giderek arttığı; 4+4+4, Arapçalı, eski yazılı eğitimin yerleştirileceği; gizli ve açık işsizliğin diz boyunu geçtiği; bütün bunların daha da olumsuzlaşması için kadının kuluçka makinesi yerine konularak yeni evlilerden en az üç çocuk istendiği bir ortamda ve ileri demokraside böyle bir ayrımcılık yapılması üzerinde düşünmeli erkekler; özellikle de kadınlar. Birleştiricilik, uzlaştırıcılık yerine ayrımcılık.
“Kızlarını okutmayan millet erkeklerini ebedi cehalete mahkum etmiş demektir, hüsranına ağlasın” sözü Tevfik Fikret’indi yanılmıyorsam. Özellikle de gelişmekte olduğu söylenen; ama gelişimini bir türlü tamamlayamayan ülkeler düşünüldüğünde sözün doğruluğuna diyecek bir şey bulunamaz doğrusu. Hele de Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü’nün kısaltılarak(!) tüm kadınları içine alacak bir biçimde emeğin de şiddete dönüştürülerek kadınlar günü yapıldığı bir ortamda.
Bu yazgının değil; anamalcı bir düzenin oyunu hem kadına, hem erkeğe. Böyle bir düzenin temel düşüncesi de böl ve yönet ilkesine dayalıdır. Buna karşı çıkmak şiddete hayır; ama işbirlikçilerin diliyle pozitif bile olsa ayrımcılığa daha çok hayır, eşitliğe sonsuza dek evet demekle olanaklıdır ancak.
Şiddete şiddetli bir şiddet göstermenin yararsızlığının anlaşılmış olması gerekir bu ülke sınırları içinde yaşayan pek çok örnekle…

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

İliç siyanür faciasının üzerinden 1 yıl geçti. Hava, toprak ve su zehirlendi; 9 işçi can verdi. Daha fazla altın için kuralsız çalışmanın önünü açanlar aklandı. Halk zehirlenmiş doğa ve işsizlikle baş başa. Facianın ana sorumlularından uluslararası maden tekeli SSR, hisse senedi değerlerinin yükselmesiyle felaket öncesine geri döndü. İliç’teki altın için de “iş birliği içinde olduğu iktidarla” pazarlıkta.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Grevdeki Çelikaslan Tekstil patronunun kardeşi: "Benim zenginliğimi Allah verdi."

Evrensel'i Takip Et