Balyoz Planı Davası’nda yargılanan Emekli Orgeneral Ergin Saygun, mahkeme heyetine “bizi terör örgütleri ile ilişkilendirmeye çalışanlar, bu konularda gazetelerde haberler yapanlar, buradaki vatan evlatlarını Kandil ve İmralı’nın emrinden çıkmayan BDP ile karıştırıyorlar. Siz bizi BDP mi sandınız?​” demiş. Doğrusu ilginç bir çıkış! Bu ülkede birilerinin emrinden çıkmayan kişi ve kurumlar var ve bunlar zaten aleni biliniyor. Biz bilmeyenler de olabileceğini varsayarak bu soruna yakından bir bakalım.
Öncelikle Kandil, İmralı ve BDP sorununa bakalım. İlişki kurulan bu üçlünün ortak noktası nedir? İkisi coğrafi adlarla simgelenen bu yerler ve örgütler doğrudan doğruya Kürt mücadelesini temsil etmektedir. Dolayısıyla bunlar arasında bir ilişkinin olması son derece doğaldır. Mevcut yasalar bir siyasi partiyi sınırladığı için onu dışta tutarak söyleyecek olursak, ne aralarında ilişki kurmaları ne de Kürtlerin mücadelesi için aralarında hiyerarşik bir ilişkinin bulunması yadırganacak bir şey değildir. Emekli general bunları söyleyerek Kürtlerin mücadelesine aslında Kürtler dışında başka kimsenin söz sahibi olmadığını teslim ediyor.
Peki ama kendilerini “vatan evladı” olarak tanımlayan bu emekli general ve meslektaşları için Kürtler için söylenenler söylenilebilir mi? Hatırlarsanız 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi yapıldığında durum, o zamanın ABD Başkanı’na “bizim çocuklar yaptı” diye bildirilmişti. 1960 Darbesinden sonra Cumhurbaşkanı yapılan Orgeneral Gürsel de “donumuza kadar Amerikalılar veriyor” –gerçi şimdilerde alınan malzemenin niteliği değişmiş durumda- demişti. Daha geçtiğimiz gün 12 asker Afganistan’da öldü ve cenazeleri ülkeye getirildi. Bu askerler neden ve kimin isteği ile Afganistan’da bulunuyorlardı? Bunun yanıtı ABD, Pentagon ve NATO olarak uzayıp gitmektedir.
Demek ki bu “vatan evlatlarını” gerçekten kendi ulusal hak ve özgürlük talepleri için mücadele edenlerden ciddi bir biçimde ayırmak gerekiyor. Üstelik bu iki olgu arasındaki farklılık bunlardan ibaret de değil. Kürtlerin mücadelesine karşı ABD’den “anlık istihbarat” dahil, askeri araç ve gereç de alınıyor. Bunlara ülke topraklarının yabancı askeri üslere açılmasını da eklemek gerekiyor. Başbakan, Başkan Obama’nın yakın arkadaşı ve ülkeleri arasında stratejik bir işbirliğinin olduğunu göğsünü gere gere açıklıyor. Dahası böyle bir işbirliği ve işbirlikçilik egemen sınıflar ve onların her türden destekçisi tarafından zorunlu ve gerekli görülüyor.
Gerçekten de bugün ülkeyi yönetenlerle ve aynı iplikten dokunmuş ama bir nedenle yasadışına düşmüş bazı eski yöneticilerle Kürtler arasında büyük farklar bulunuyor ve bunların politik tutumlarını birbirlerinden iyice ayırmak gerekiyor. Bir tarafta emperyalizmle işbirliği yapanlar, işbirlikçiler bulunuyor, diğer tarafta kendi halkları için demokrasi ve özgürlük isteyen, bunların sağlandığı koşullarda birlikte yaşamaktan yana olan ezilen bir ulus bulunuyor. Ak ve kara birbirinden ne kadar farklı ise, bu iki tutum ve içinde bulunulan koşullar da birbirinden o kadar farklı.
Bugünlerde AKP Hükümeti’nin Kürtlere karşı “yeni stratejisinden” söz ediliyor. Hükümet tarafından resmen açıklanmasa da basına “sızdırılan” bu stratejide eskisinden farklı bir yaklaşım ve unsur görünmüyor. Bu da dikkate alındığında Kürtlerin mücadelesi ile ülkeyi yöneten anlayışları birbirinden bütünüyle ayırmanın ve bu ülkenin Kürt olsun, Türk olsun halklarının gerçek çıkarlarını savunmanın önemi daha da artıyor. Her geçen gün daha iyi anlaşılıyor ki, başta ABD olmak üzere, ülkeyi emperyalizmin dümen soyuna sokanları engellemek için, halkların emperyalizme ve onunla işbirliği yapanlara karşı birlikte mücadelesini örmek büyük önem taşıyor. Bugün birliklerini sağlamlaştırmış olan ve kendilerini “her şey sananları” engellemenin başka bir yolu bulunmuyor.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et