17 Nisan 2012

28 Şubat konusunda herkes günahkar değil

28 Şubat generallerinin yargılanmasıyla birlikte, o döneme dair çeşitli açılardan yapılan muhasebeler de gündeme geliyor. Bunlardan biri de, Yeni Şafak Gazetesi’nden Murat Aksoy’un sorularını yanıtlayan, 28 Şubat döneminde Radikal’in Ankara Temsilcisi olan İsmet Berkan’ın, şu sözleri: “Medya olmasaydı 28 Şubat başarılı olamazdı. Medya neredeyse gönüllü olarak psikolojik harekâtın parçası oldu. Hepimiz kullanıldık ve kendimizi kullandırdık.”
Berkan’ın bu tespiti ‘merkez medya’ diye tanımladığı sermaye medyası açısından doğru. Ancak, keyifle ve gururla hatırlatmak isteriz ki biz bu günaha hiçbir biçimde ortak değiliz. Necmettin Erbakan’ın iktidardan düşürüldüğü 28 Şubat’a ‘laik’i ve ‘İslamcısı’ ile gazeteler, gönüllü ya da gönülsüz destek verirken, biz aklımızdan ve gönlümüzden geçeni yaparak dik durduk.
7 Haziran 1995 tarihinde kurulan Evrensel arada yaşadığı kapanmadan ötürü 28 şubat döneminde Emek gazetesi adıyla yayın hayatını sürdürüyordu. O dönemin Emek gazetesinden yapacağımız bazı alıntılarla, 28 Şubat’ın darbeci generallerinin önünde eğilmemenin ya da dolaylı söylemlerle onlara eklemlenmemenin mümkün olduğunu göstermeye çalışacağız.

DİMDİK DURAN GAZETE

28 Şubat’ın simge görüntüsü Sincan’da tankların yürümesiydi. Şu anda bir Sincan mahpusu olan dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, o tank yürüyüşünü ‘demokrasiye balans ayarı’ olarak tanımlamıştı. Diğer gazetelerin bir güç gösterisi olarak öne çıkardığı bu tank geçidi için Emek gazetesi 5 Şubat 1997 günü ‘Tanklarla gözdağı’ manşetini atmıştı. Ayhan Özgür imzalı analizle de bu tank geçidi açık bir dille eleştiriliyordu.
Emek’in 6 Şubat tarihli birinci sayfasının manşeti de ‘Asker müdahalesine tepki’ başlığını taşıyor. Sendika ve siyasi partilerden alınan görüşlerden oluşan manşet ‘At izi, it izi, tank izi’ başlıklı bir yorumla da destekleniyordu.
Emek gazetesi 28 Şubat tarihli kritik MGK toplantısından bir gün önce de şu manşetle çıkmıştı: “Sermaya düzeninin ‘darbe mi, şeriat mı?​’ dayatması karşısında emekçiler kendi seçeneklerini savunuyor: Demokratik Türkiye.”
28 Şubat günü gerçekleştirilen MGK toplantısı 9 saat sürmüştü ve ertesi gün çıkan Emek gazetesi, baskıya girdiği saatlerde MGK sonucuna dair henüz bir açıklama yapılmadığını belirtmiş ve 2 Mart 1997 günü çıkan Emek Gazetesinde “Muhtırada mutabakat” manşetini atmıştı. Haberin alt başlığı şöyleydi: “MGK’nın asker kanadı gerçek iktidarın kendileri olduğunu bir kez daha hatırlattı. Hükümete, uyarıların dikkate alınmaması durumunda yaptırım tehdidinde bulunuldu.”

‘NAMLULARIN HEDEFİ EMEKÇİLER’

Haber, o dönem adı Emeğin Partisi olan (EMEP)’in açıklamasıyla da desteklenmişti:
 “Tüzel: ‘Namluların hedefi emekçiler’. Emeğin Partisi (EMEP) Genel Başkanı Levent Tüzel, ‘Çizme yalayıcıların ‘sivil toplum örgütü’ ilan edildiği şakşakçılık ortamı içinde, 12 Mart darbesinin yöntemi olan muhtıranın daha incelikli bir yenisi verilerek örtülü bir darbe gerçekleştirildi’ dedi. Namluların hedefinde olanın, işçilerle emekçiler ve onların durdurulamayan hak ve iktidar arayışının olduğunu belirten Tüzel, MGK toplantısının ve sonunda yayınlanan bildirinin, ülkeyi asıl yönetenlerin kim olduğunu gösterdiğini kaydetti.”

3 Mart tarihli Emek’in manşetinde ise, ‘Askerin izinde marş marş’ başlığı kullanılarak, şöyle devam edilmiş: “Milli Güvenlik Kurulu’nun asker kanadının Refahyol hükümetine uygulaması için 20 maddelik tedbirlerin bildirilmesini dayatması ve bu tedbirlerin hükümetçe alınıp alınmadığını denetlemek için bir koordinasyon kurulu oluşturulmasına karar verilmesiyle, ordunun hükümeti açıktan denetleme dönemi başlatıldı.”
5 Mart günü ise ‘MGK gözetiminde mutabakat arayışı’ başlıklı manşet ile çıkan Emek, 9 Mart 1997 tarihli sayısında ise birinci sayfadan dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’in tutumu eleştirmişti: “Demirel askerin sözcüsü gibi.”

KOMUTA ALTINDAKİ DEMOKRASİ

28 Şubat generallerinin o dönemde uyguladıkları bir yöntem de, kendi ‘silahsız kuvvetleri’ gibi davranmak yerine onları eleştiren köşe yazarları hakkında dava açılmasını sağlamaktı. Dönemin Genelkurmayı’nın bu konuda “titiz” çalıştığını da hatırlatmak gerekiyor. Örneğin, Sultanahmet Cumhuriyet Savcılığı’na bir gazeteci hakkında soruşturma başlatması için Genelkurmay tarafından bulunulmuş olan talep yerine getirilmemiş ise, bu sefer Bakırköy ya da başka bir ilçenin cumhuriyet savcılığına başvurulurdu.
Bu köşede 21. 04. 2000 tarihinde ‘Komuta altındaki demokrasi’ başlığıyla yayınlanan yazı nedeniyle de Genelkurmay hakkımızda dava açılması için, o dönem gazetemizin yayın yaptığı yer olması nedeniyle bağlı bulunduğu Zeytinburnu Cumhuriyet Savcılığı’na yazı göndermişti. Savcı ifade için çağırdı ve gittik. İslami çağrışımı edindiğimiz savcı “askerlerle ilgili yazdıklarınıza dikkat edin, şikayet var” dedi. Bize çay söyledi ve oldukça da misafirperver davrandı. Biz de gazeteye döndükten sonra, muhtemelen dönemin brifinglenmiş yargı mensuplarından farklı bir savcıya denk geldiğimizi söyledik arkadaşlara. Gördüğümüz ‘saygın’ ve insani muameleyi dikkate alarak. Ancak çok geçmeden polis memurları ellerinde hakkımızda dava açıldığını bildiren tebligatname ile geldiler. TSK’ya hakaret ettiğimiz iddia edilerek hakkımızda dava açılmıştı.
Bugün Çevik Bir’in yaptığı gibi ‘aslında bizim kastımız o değildi’ demeye getiren bir tutum bize yakışmazdı. Yazdıklarımızın her satırının arkasında durduğumuzu söyledik ve o dönem açısından biraz da sürpriz bir biçimde beraat ettik.  
Bu arada bir hatırlatma daha yapalım. Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Orgeneral Büyükanıt hakkındaki iddianame düzenlendiği günlerde ihbarlara dayalı olarak iddianame hazırlanamayacağını öne sürerek tepki göstermişti. Ancak yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi kendi silah arkadaşları bizim ve başka birçok gazetecinin hakkında dava açılmasını sağlayan ihbarlarda bulunmakta hiçbir beis görmediler.
Bugünlerde 28 Şubat darbecilerinin basına yansıyan ifadelerine bakınca insan ‘neredeyse itirafçı olacaklarmış’ diye düşünmeden edemiyor.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et