26 Mayıs 2012

Geçen hafta “İşçi sınıfı sanatıyla geliyor!” başlığı ile yazdığım yazı üzerine, gerek telefon gerekse maille bir çok arkadaş aradı. Genellikle de yazıyı okumaya başladıklarında çok sevindiklerini ama sonuna doğru kurgu olduğunu anlayınca kendilerinin de “neden olmasın ?​” sorusunu sorduklarını söylediler. Demek ki amacına ulaşan bir yazı olmuş, diye değerlendirdim. Temenni ederim ki  başta sendikalar olmak üzere sanat ve emek örgütlerinin harekete geçmesini sağlamaya yarar...
Gelelim bu haftaya.
Genellikle çıplak gözle gördüğümüz ile fotoğrafın görüntüsü arasında  hep bir aynılık varmış gibi yani, fotoğraf gerçekteki görüntüyü kopyalayıp kalıcılaştırır diye düşünülür. Bu yüzden çıplak gözle gördüğünün fotoğrafını çekmek isteyenler hayal kırıklığına uğrarlar. “O kadar güzeldi ki, çektim ama öyle çıkmadı” denir ve kullanılan fotoğraf makinasının kalitesiyle uğraşılır “Amatör makineyle bu kadar oldu, profesyonel makine olsaydı daha güzel olurdu” şeklinde yorumlanır. Bu nedenle çıplak gözle gördüğünü makine aracılığıyla kalıcılaştırmak isteyenler önce fotoğrafa merak sarar ve kurslara gider, kimi pahalı makineler alır biraz uğraşır ve sonra vazgeçer. Fotoğrafı küçümseyip, “Ne var ya makineler şimdi otomatik düğmeye bastın mı çekiyor zaten” diyenler bu işin hiç de öyle olmadığını öğrendikçe “Abi bana göre değil fotoğraf çekmek zormuş” deyip uzaklaşıyorlar.
Göz üç boyutlu olarak görür. Fotoğraf ise yüzey üzerine iki boyutlu olarak kaydedilir.  Beyin gözün gördüğünü sürekli düzeltir. Çoğu İnsan bunun farkında değildir. Farkında olmadığı şeyin nedenini de doğal olarak merak etmez. Bu anlamda biraz teknik bir yazı okuyorsunuz. Gelişen teknoloji fotoğraf makinelerine beyin takmaya çalışmakta. Eski yıllara oranla da kısmen başardılar. Kelvin, diyafram,  enstantane ve iso ayarlarının otomatikleşmeleri ya da  manuel  dışında seçenek olarak sunulması. Genel olarak bu sorunları teknikle ilgili olarak değerlendirsek de, makinelerin bu özellikleri fotoğrafçıların nesnel gerçekliği yorumlamalarında önemli işlevler görür.
Ve siz bu gördüklerinizi anlamlandırıp isimlendirerek  bir gerçeklikten bahsetmiş olursunuz. Okuduğunuz bir gazetedir. Yanında çay bardağı vardır. Biraz ötede masa sandalye vs. Gazeteyi kağıt, çay bardağını cam, masayı tahta olarak düşünmezsiniz. Çünkü bu maddelerden olsalar dahi değişip dönüşmüşler ve nesneleşmişlerdir.
Gerçeklik; maddeye nesnellik özelliklerinin kazandırılmasıdır. Nesnenin algılanmasıdır. bilinmesidir. Her maddenin  (katı,sıvı ve gaz)  nicelik hali, nitelikleriyle algılanır. Gerçekliklerinden bilinir. Çıplak gözle gördüğümüz, üç boyutlu bir dünyada obje ve nesnelerin değişik hallerinin bilinebilir ve anlamlandırılabilir olması o nesnelere kazandırılan gerçekliktir.
Eğer gözümüzde bozukluk yoksa derinliği net olarak görürüz. En önde duran çay bardağı da pencerenin dışındaki karşı kaldırım da nettir. Önümüzde kalemlikte duran bir deste kalemin hepsini net görürüz. Hangi ışık ortamına girersek girelim belli bir sınıra kadar beyazı beyaz olarak, renkleri algımızdaki renkler olarak görürüz. Fotoğraf o yüzden de gerçeğin kopyalanması olarak algılanır. İşte bu nokta önemli. Çünkü fotoğrafın gerçekliği, çıplak gözle gördüğümüz gerçeklikten farklıdır. Her ne kadar benzeş gibi görünse de Fotoğraf makinesi denilen araçların ayarları, kullanılan objektiflerin odak uzaklıkları, ışık kaynağının özellikleri, perspektifin durumu vb. her şey gerçekliğin değiştirilerek aktarımı olarak karşımıza çıkar.
Yüksekçe binaların olduğu bir caddeden geçerken başımızı kaldırıp baktığımızda gördüğümüz ile fotoğrafını çektiğimiz de baktığımız görüntü farklıdır. Farklı ışık koşullarında gördüğümüz ile fotoğrafını çektiğimiz görüntü farklıdır. O halde, fotoğraf çıplak gözle gördüğümüzün aynen kopyalanması olmuyor. Bu teknik  özelliklerin, fotoğrafçının bakış açısıyla birleştiğinde ortaya çıkandır ‘fotoğraf.’
Bol fotoğraflı haftalar dileğiyle...

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et