Kürt sorunu nasıl çözülecek?
Bugünlerde en fazla sorulan ve yanıtı aranan soru bu. PKK gerillaları ile devlet güçleri arasındaki çatışmaların tırmanması, karakol baskınları vb. Kürt sorununda nereye doğru gidilmekte olduğu sorusunu sık sık gündeme getiriyor. Baştan beri Kürt sorunu gibi bir sorunun var olduğunu inkar edenler açısından durum açık. Onlar barış diye bir şey olamaz, teslim olurlar böylece sorun çözülür çizgisindeler. Buna karşın Kürt sorununun çözülmesi için çaba gösterenler, tuttukları pozisyona göre kendi çözüm önerilerini getiriyorlar.
Hükümetin ve devletin bu konudaki sınırları da hemen hemen belli olmuş durumda. Bu sınırlar Kürtler için kolektif hakları reddetmek, küçük bazı düzenlemelerle bu sorunun çözüleceğini ileri sürmekten ibaret. Örneğin bu sorunda dil sorunu kilit bir sorundur ve Kürtlerin ana dilde eğitim yapma talebi bulunmaktadır. Verilen onca mücadelenin ardından devletin geldiği nokta ise okullarda Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulmasıdır. Yani bu ülkenin Kürt vatandaşları okullarda İngilizceyi, Fransızcayı, Almancayı seçer gibi, kendi ana dillerini de öğrenme hakkını seçebilecekler! Bu durum sadece demokrasiye aykırı değildir, aynı zamanda en temel insan haklarına da aykırıdır. Bu çıplak gerçeğe karşın çok iyimser olanlar ‘Bakın geçmişte bu da yoktu, bu bile büyük bir ilerlemedir’ diyorlar.
Kürt sorununda gerçek bir ilerlemeden söz edilecek olursa, bu ilerleme Kürtçenin okullara “dil eğitimi” olarak değil, eğitim dili olarak girmesidir. Kürtlerin diğer bir temel talepleri bölgesel özerklik anlamına gelen özerklik talebidir. Diğer sorunlar bu iki temel meselenin etrafında yer almaktadır ve bu iki temel sorunun çözülmesine bağlı olarak nispeten daha kolay çözülebilir. Ama bu konularda herhangi bir ilerleme sağlanmış değil. Kürtlerin haklarından söz edenlere, nedir Kürtlerin hakkı soruları yöneltiliyor. Örneğin Taha Akyol, “Nedir Kürtlerin hakkı?.. diye soruyor ve bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Evrensel hukukun ve AB kriterlerinin getirdiği özgürlüklerse, buna ben de imzamı atarım” diyor. AB kriterlerinin getirdiği “özgürlüklerin” belediyeler düzeyinde “yerel yönetim özerkliği” olduğunu biliyoruz. AB’nin Türkiye’nin Kürtlere karşı uyguladığı temel politikalara bir itirazı bulunmuyor. Epeyce bir süredir de sessizler.
Evrensel hukukta ana dilde eğitimi yasaklayan bir madde mi var? Evrensel hukukun temel belgesi insan hakları sözleşmesidir ve burada açıkça dillerin, dinlerin özgürlüğünden söz ediliyor. Eğer evrensel hukuktan, bugün fiilen uygulanmakta olan uluslararası hukuk ve onun kuralları kastediliyorsa, burada da bir standart bulunmamaktadır. Bugünkü evrensel hukuk güçlünün hukukudur ve bu hukuk içerisinde örneğin ABD karşıtı bir ülkenin yakılıp yıkılması da bulunmaktadır. Yani iş kitabına uydurulmaktadır.
Akyol KCK sözleşmesinden de söz ediyor ve orada “KCK vatandaşlığından” söz edildiğini, üstelik bunun sadece Türkiye’de yaşayan Kürtleri değil, Kuzey Irak’ta yaşayan Kürtleri de, “Kürdistan’da yaşayan herkesi içine” aldığından söz ederek buna itiraz ediyor. Bu itirazı anlamak da kolay değil. Olayların gelişimi ortadadır: Ortadoğu’da dengeler ve ilişkiler sürekli değişiyor ve Kürt sorunu da buna bağlı olarak yeni içerikler kazanıyor, değişime uğruyor. Bugün Kürtlerin yaşadığı tüm bölgelerde Kürtler hareket halindedir. Geçmişin donmuş ülke sınırları gevşiyor ve çözülüyor. Burada uluslararası hukuka ve evrensel değerlere uygun düşen tutum, hem bölge ülkelerinin, hem de bölgede etkili olan büyük devletlerin Kürtlere birleşik bir ulus hakkı olma hakkını tanımalarıdır. Bu hakkı tanımak şu anlama geliyor, Kürt bölgeleri arasındaki ilişkilerde her türlü kısıtlama ortadan kaldırılmalı, eğer Kürtlerin özgür iradeleri birleşik tek bir ulus olma yönünde teşekkül ederse, bu hak onlara tanınmalıdır. Ulusların kaderlerini özgürce tayin etme hakkı, bugün için Kürtler açısından tam da bu anlama gelmektedir.
Kürtler bu haklarını birleşik bir ulus olma yönünde değil de, bulundukları ülkelerle özgür, demokratik bir birlikten yana da kullanabilirler. Burada temel sorun Kürtlerin bu sorunda karar verme haklarının bütünüyle kendilerinde olmasıdır. Kürtlerin hakkı nedir sorusunu soranların aklına ilk gelmesi gereken şey, bunu Kürtlere soralım, özgürce onlar karar versinler, özgürce karar verebilmeleri içinde gerekli koşulları yaratalım olmalıdır. Ama Kürtlere sormak hiç akıllarına gelmiyor ve Kürtler taleplerini sıraladıklarında onlar Stalincilikten, cemahiriye yönetimi kurmaya kadar bir dizi suçlamayla karşılaşıyorlar. Evet Stalin ulusal sorunun hem teorik olarak sorunun ortaya konulmasında, hem de pratik olarak çözüm yöntemlerinde olağanüstü bir görüş açısına sahiptir. Belki de bu nedenle tüm şovenistlerin ve gericilerin hedef tahtasındadır. Ancak unutulmamalıdır ki bugün farklı ülkeleri de içine alan Kürt sorununa benzer bir sorun Stalin’in önüne de gelmemişti. Ama bir Marksist olarak Stalin’in bu konuda sağlam bir tavsiyesi var ve bu tavsiye de diyalektik yöntemin ulusal sorunda uygulanmasıdır. Aslında bu tavsiye sadece Marksistler için geçerli değildir. Bugün demokrasiyi, insan haklarını, evrensel hukuk değerlerini tutarlıca savunmak isteyen her kişi ve kurum ulusal sorunda böyle hareket ederse, hem bu sorunu anlama, hem de çözme konusunda kesin bir anlayış açıklığına kavuşabilir. Bitirirken bir yanlış anlamayı önlemek için vurgulamak gerekir ki, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümü diğer devletlerin “ikna edilmesine” ertelenemez. Çözüme giden yol yukarıda özetlenmeye çalışılmıştır. Okuyucunun da bu ayrımı yapabileceğini biliyoruz.
Evrensel'i Takip Et