Diyordu ki anamalcı düzenin çekincesiz, utanmasız, saygısız, pişkin soyguncu adamı, “Sen bana dört yüz lira ver, ben sana elli lira vereyim.” Önce ben vereyim de demiyor. Kararlı ve kesin, önce dört yüzü istiyor, kendi için insanı yüzüyor; sonra da işçilik(!) karşılığı olsa gerek elli lira öneriyor büyük bir yüzsüzlükle. Hem de hemen her gün ve günde birkaç kez basının her türlü organında bu isteğini yineliyor. Hem de kısa sürede. Yoksa, yok ha!..
Haydi bakalım nasırlı, çatlak, eğilmiş, bükülmüş eller cebe. Pamuk ellerin cebine birkaç lira aktarmak için. Böyle bir istekte bulunan, istediği insanı salak görüyor olmalı. Aylığına artışı ancak altı ay sonra alabilen kamu çalışanının evinde iki araba olması, oğluna gemicik alan bir başbakanca yadırganan bir ülkede böyle bir alışverişe sıcak bakacak insanların olabileceği hiç çekincesiz düşünülüyor demek ki. İki arabanın olduğu yerde en az iki çalışan yoksa bunun sorgulanması gerekirdi, yakınmak yerine.
Kuşkusuz bu arada “Askerlik yan gelip yatma yeri değil” diyenlerin yan gelip yatarak askerliğini yirmi günde bitiren ve yan gelip yatmadan evinde vatan borcunu yitiren oğullarının gemiciklerinin dışında evlerinde kaç arabalarının olduğunun sorgulanması anlamsız olur. Çünkü, onlar kamu çalışanı değil, gemicik çalıştıranı. Çokça arabalarının olması da çok doğal.
Neyse ve neyse ki eski bir devlet çalışanı olarak iki arabamız yok. “Dört yüz ver elli al” diyen para babalarının tüm zorlamalarına karşın bir tanesini götürebiliyoruz şimdilik. Belki üzerimizde bir salaklık var, ikincisi olmadı. Bizim görmediğimiz salaklığımızı, bizi görmeden birileri görmüş olacak ki dört ver yarım al türünden istekler çok gelir. Hele de haziran ayı içinde bir istekle karşılaştım ki salak olduğuma inanasım geldi, “niye ben” diye düşünürken.
Başbakan bir söz söyler mi bilemiyorum; ama hem ev, hem cep telefonum var. İstemememe karşın düzenin kurbanı oldum ve çok sonra edindim bir tane. Ceptekine konuştukça ödesem de, evde bağlı durana konuşmasam da ödüyorum iyice bir para. Konuştukça daha yüksek boyutlara ulaşıyor doğal olarak. İşte bu bağlı telefonumun bağlı olduğu kurumdan bir telefon geldi günlerden bir gün. Telefonla olan parasal ilişkimi sorguluyordu yakışıksız bulduğum bir adam. Konuştuğumda, konuşmadığımda ayda kaç lira ödediğimi falan… Oysa onlar benim son dört ay içindeki bu ilişkimi incelemişler, benim elime geçenden daha yüksek bir ortalama bulmuşlar. Bu da kırk liracık gibi bir rakammış. Benim “cık” dediğime bakmayın bu rakama dikkat buyurun. Bu ortalamayı bulan adamı görmüyordum kuşkusuz; ama kendi bilgilerini bana doğrulatmaya çalıştığı için yakışıksız gelmişti bana.
Konuşma sürdükçe ve konunun bayağı bir derinliklerine inildikçe adamın düşündüğümden çok daha yakışıksız olduğunu anladım. Çünkü, bana, benim için uygun bir paket(!) öneriyordu. O pakette de, konuşsam da konuşmasam da, benim her zaman ödediğimden daha yüksek bir ödeme biçimi vardı. O biçim de tek biçim bir biçimdi ve 49 lira gibi bir biçimi içeriyordu. Biraz daha ayrıntı verirsem, konuşmadığım dönemlerde ödediğim yaklaşık yirmi liralık vergiyi ödemeyecektim, onun yerine o kırk dokuz lirayı ödeyecektim. Yani, benden, devleti kazıklamamı; ama kendilerine de kazıklanmamı istiyorlardı açıkçası. Anlayacağınız, bu tek biçimli biçim içimi sıkmıştı, biçimimi de bayağı bir bozmuştu.
Bu sıkıntıyla adamı dinlerken usuma gelen soru dilimin ucuna iniverdi. Ha çıktı, ha çıkacak. “Şimdi, burada salak ben mi oluyorum, sen mi?​” diyecektim ki usum da indi aşağıya ve dilimi tutuverdi. “Lanet olsun içimdeki insan sevgisine!” diye bilinen, hiç izlemediğim dizinin zorla beynime kazınmış o ünlü söylemiyle kendimi kendi içime gömdüm. Yapmasaymışım kendime bu kötülüğü iyi olurmuş. Bilindiği gibi artık bu tür görüşmeler kayıt altına alınıyor güvenliğimiz için. Benden bir iz kalmış olurdu o kayıtlarda, bana da güzel bir anı olurdu.
Kanadı kırık, bacağı çıkık, beyni yırtık, bağrı yanık Avrupa yasaklısı Kartal’ın yöneticileri topçulardan indirim isteyince anımsadım bütün bunları. Ve yazmak istedim.
De!.. Düşünmeden de edemiyorum doğrusu salak kim, kim, kim?.. Söyle bana Kiziroğlu Mustafa Bey, söyle!.. Kim bu?..

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

İliç siyanür faciasının üzerinden 1 yıl geçti. Hava, toprak ve su zehirlendi; 9 işçi can verdi. Daha fazla altın için kuralsız çalışmanın önünü açanlar aklandı. Halk zehirlenmiş doğa ve işsizlikle baş başa. Facianın ana sorumlularından uluslararası maden tekeli SSR, hisse senedi değerlerinin yükselmesiyle felaket öncesine geri döndü. İliç’teki altın için de “iş birliği içinde olduğu iktidarla” pazarlıkta.

Türkiye’de siyanür kullanılan 24 maden var. Bunların 10’u fay hattı üzerinde.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Grevdeki Çelikaslan Tekstil patronunun kardeşi: "Benim zenginliğimi Allah verdi."

Evrensel'i Takip Et