17 Temmuz 2012

Türkiye’de köşe yazan birçokları gündemle ilgili sıkıntı yaşamadıklarını söylerler. Bunda haklılık payı var. Türkiye’de gündem, bırakın günlük bazen saatlik bile değişebiliyor.
Tabi işin tersinden bakınca bu kez başka bir sıkıntı karşımıza çıkıyor. Haftalık yazınca, şunca yoğunlukta hangisini öne almalı diye de düşünmüyor değiliz!
Üzerinde konuşmamız gereken çok şey var...
Suriye Kürtlerinin birliği, seçmeli dersin MEB müfredatına alınması, seçmeli derse dönük olası yaklaşımların değerlendirilmesi, Leyla Zana’nın girişimi, ramazan ayına ve bayramına dönük ateşkes çağrıları ve umudu...
Ama 14 Temmuz mitinginin tüm bu gündemlerden bağımsız olmadığını, daha da ötesi mücadelenin taşınmak istendiği aşama açısından bir dönüm noktası olabileceğini görmekte yarar var.
Kuzey Kürtlerinde gündem bu mitinge, öncesinde ve sonrasında yaşanan gelişmelere kilitlenmiş durumda.
Görünen o miting daha da konuşulacak.
Ayrıca, konuşulması gereken önemli bir konu...
Miting öncesinde farklı bakış açıları vardı. BDP yöneticileri, Beşir Atalay’ın mitinge izin verileceğine, engel çıkarılmayacağına dair kamuoyuna da yansıyan imaları nedeniyle, bunca büyük bir saldırının yaşanacağını tahmin etmiyorlardı.
BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, miting sonrası gazetecilere verdiği bir demeçte, “Tabii ki Beşir Bey de bu konuda çaba sarf etti. Çaba sarf eden AKP’liler vardı. Biz hiçbirimiz istemiyorduk gerilim olmasını” diyordu.
Görünen o Demirtaş ile Atalay arasında bu konuda miting öncesinde fikir alışverişi de olmuş. Belki de bunların etkisiyle, Demirtaş ve diğer BDP’li parlamenter ve yöneticiler, bunca büyük saldırının yaşanacağı bir mitingi öngörmüyorlardı.
BDP’lilerin bu öngörüsü gerçekleşmedi.
Birçok il ve ilçeden polisleri Diyarbakır’a toplayan, bu yetmez TOMA araçlarını ta Ankara ve İstanbullardan Diyarbakır’a getiren, bölgede sıkıyönetim ilan eden hükümetin, mitingin gerçekleşmemesi için elinden geleni yapacağı günler öncesinden belliydi. 13 Temmuz günü araçlarla halka Kürtçe ve Türkçe çağrı yapan polisler, mitingin yasaklandığını, halkın evden çıkmamasını anons ediyorlardı. 14 Temmuz sabahının ilk saatlerinde de Diyarbakır’da, hatta bölgede, tutulmadık yol, sokak kalmamıştı.
Hükümeti, işin görünür sorumluluğunu Valiye yükleyerek bunca ağır bir saldırıya yönelten temel etkenin, mitingde dile getirilecek ana talep ve bu talep etrafında örülmeye çalışılan ‘sivil direniş’ olduğunu görmekte yarar var.
Miting, önemli bir günde, 30 yıl önce Diyarbakır Cezaevinde başlayan ölüm orucu direnişinin yıldönümünde yapılıyordu. Eğer niyet tek başına 14 Temmuz 1982’yi anma olsaydı, mitingin engellenmesine dönük bu boyutta bir saldırı olmayacağı belliydi.
Mitingin bir yıl önce DTK tarafından ilan edilen Demokratik Özerklik ile aynı güne denk gelmesi de anlamlıydı. Ama bunun da engelleme için tek başına yeterli olmayacağını görmeliyiz.
Her iki hatırlatma da BDP açısından önemli.
Ancak hükümeti korkutan, bunca büyük bir saldırı ile kitlelere, parlamenterlere yönelmesini sağlayan temel etken, yaklaşık bir yıldır avukatları ve yakınları ile görüştürülmeyen Öcalan’a özgürlük talebi etrafında yeni bir direniş modelinin örgütlenmek istenmesiydi.
Hükümet, yüz binlerin Diyarbakır’da bu talebi dile getirmesini, bu taleple sivil bir direnişi başlatmasını, baltayı kendi ayağına vurma pahasına bile olsa engelledi ve kabul etmek gerekir ki kitlelerin, öncülerinin muazzam direnişine rağmen başarılı da oldu.
Hükümetin uygulamalarına karşı kitlesel sivil direnişi örgütlemeye çalışan BDP/DTK, direnişi Diyarbakır’dan başlayarak Kürdistan’ın dört bir tarafına yayma çabasında. Kürdistan’a yayılan kitlesel sivil direniş, hiç kuşku yok başta büyük şehirler olmak üzere Türkiye’nin birçok bölgesinde de karşılık bulur.
Bunun farkında olan hükümet mitinge, “Kürdistan’ın Tahrir Meydanı’nı oluşturma girişimi” gözüyle baktı ve engellemek için elinden geleni ardına koymadı.
BDP ve DTK kitleleri sembol direniş olarak değerlendirilen 14 Temmuz 1982’yi anmanın yıl dönümünde, kendileri açısından en önemli sembolü, Abdullah Öcalan’ı sahiplenerek alanlara çıkarabilir.
Diyarbakır Cezaevinde 14 Temmuz direnişi ile itirafçılığın ve ruhi yenilginin önüne geçildiği gibi, 14 Temmuzların birinde de sivil direniş yaşama geçirilerek Kürt sorununda yeni bir kapı açılabilir.
Silahlı mücadelenin sınıra dayandığı, hatta yapılan en kapsamlı eylemlerin bile çoğu kez silahı kullananların aleyhine sonuçlara yol açtığı bir durumda, sivil direniş kaçınılmaz olarak yaşanacaktır...
12 Eylül sonrasında ciddi bir yenilgiyle yüz yüze olan Kürtlerde, silah kitleselleşmeyi sağladı.
Silahın büyüttüğü milyonlarla ifade edilen kitleler, şimdi sivil direnişi yaşama geçirerek silahı sonlandırabilirler...

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kadın işçiler devlere karşı

Kadın işçiler devlere karşı

Chinatool grevi, ücretleri eriten Şimşek programının arkasında dizilenleri gözler önüne seriyor: Programın uygulayıcısı iktidar, programdan güç alıp %25 zam dayatan Chinatool ile Şimşek’in kapısını aşındırdığı Chinatool’un ortağı uluslararası finans tekeli HSBC... Küçük parçaların üretimi için küçük elleri kullanılan kadın işçiler, bu dev ittifaka sendikalarıyla kafa tutuyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
İmamoğlu’ndan belediye operasyonlarına tepki: Sandık gelecek, bir kişi gidecek, her şey değişecek.

Evrensel'i Takip Et