Türk burjuvaları üzerine bir tartışma
Yazar Orhan Pamuk’un Türk burjuvazisi üzerine yaptığı tespitler epeyce tartışma konusu oldu. Pamuk, Die Zeit muhabirinin bu sınıf hakkındaki sorusuna karşı özetle şunları söylemişti: “Onların yaşamı benim de yaşamım. Aynı sınıftan, aynı sokaktanız. Alışkanlıklarımız aynı. Aynı dükkândan alışveriş yaparız. Onlarla ilgili sevgi dolu cümleler de yazdım, alay da ettim. Burjuvazi beni öfkelendirir. Havalı olmalarından hoşlanmam. Egoistlikleri ve kendi vatandaşlarından nefret etmelerinden hiç hazzetmem. Laik Türk üst sınıfını askeri müdahaleler de Kürtlere yapılan baskı da rahatsız etmez. Türk kadınlarının birçoğuna, sadece başörtüsü taktıkları için tepeden bakarlar. Bu tutumları bana, eskiden Güney Afrika’da beyazların siyahlara bakışlarını anımsatır.” Orhan Pamuk başka bir soru üzerine, Türk üst sınıfının son on yıllarda servetlerini üç misli arttırdığına işaret ederek, bu kesimin siyaset alanında ise eski gücünü yitirdiğini söylüyor ve “Akıllı olan gerçeği kabullendi. Saygı edinme konusunda mesafe kaydetmeye başladılar” tespitlerinde bulunuyor.
Burada “laik Türk burjuvazisinin” davranışlarına ilişkin genel durumu Nobel ödüllü bir yazar tarafından aşağı yukarı doğru bir biçimde özetlenmiştir. Ancak ne bu davranışların nedenleri ortaya konulmuş, ne de “siyaset alanında eski gücünü yitirdiği”ne ilişkin tespitler gerçekçi bir temele oturmuştur. Aslında olup biten ne idi? Ortada görünen kavganın ardında yatan neydi? Bugün hangi noktaya gelindi? Bu konular üzerine bazı kısa ama temel tespitleri yapmakta fayda var. Önce temel bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerekiyor. O nokta şudur: Bütün bu olup bitenleri anlamamıza yarayacak bir kılavuza sahip miyiz? Elimizde böyle bir kılavuz bulunuyor mu? Böyle bir kılavuza sahibiz ve bu kılavuz Marksizm ve onun sınıf mücadelesi teorisidir. Sınıf mücadelesi denildiğinde ilk anlaşılan burjuvazi ve işçi sınıfının karşılıklı mücadelesidir. Böyle anlaşılmasında bir sorun bulunmuyor. Ancak Marksizmin sınıf mücadelesi teorisi, sadece karşılıklı sınıfların değil, aynı sınıflar içerisindeki çeşitli katmanların ve tabakaların birbirlerine karşı mücadelesini de tam olarak açıklar ve izah eder. Örneğin tekel dışı orta burjuvazinin tekelci büyük burjuvazi ile olan çelişkileri, sanayiye dayanan burjuvazinin, ithalattan palazlanan burjuvazinin gümrük ve vergiler üzerine olan politikasına karşı olması vb. gibi. Kısacası her politik, ideolojik mücadele sonunda bir ekonomik nedene, ekonomik temele bağlanmaktadır.
Üst sınıflar arasındaki tüm mücadeleler, diğer mücadelelerde olduğu gibi genellikle kendilerini politik mücadeleler olarak açığa vururlar. Koç Grubunun merkezinde olduğu geleneksel burjuva kesimleri Cumhuriyet’le birlikte ülkenin üst sınıfları olarak örgütlenmişler, asker ve sivil bürokrasinin üst kademeleri ile iç içe girmişlerdir. Yeni bir ülke kurma iddiasındaki Kemalist burjuvazinin, halkının ezici çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede seçtiği temel motiflerden birisi laiklik ve çağdaşlaşma, diğeri ulusalcılıktır. Bu iki temel motif, bir taraftan her türlü halk hoşnutsuzluğunu gericilik ve irtica olarak bastırmayı beraberinde getirirken, Kürt halkının isyanlarını ve mücadelesini de hem milliyetçiliği, hem de irticaya karşı mücadele silahını kullanarak bastırmıştır. Kısacası milliyetçilik ve laiklik –bunların anlaşılma ve uygulanma biçimlerindeki sorunlar bir yana- halk üzerinde baskı kurmanın ve onu yönetmenin ideolojik silahları olarak kullanılmıştır. İşin ekonomik boyutu ise devlet olanaklarını da tekelci bir biçimde kullanan ve palazlanan “geleneksel” burjuvazinin işbirlikçi tekeci burjuvalığa doğru gelişmesidir.
Ancak ülkede tekel dışı orta burjuva tabakalar da bulunmaktadır ve bunlar özellikle Anadolu kentlerinde gelişip serpilmektedir. Bunların önemli bir kısmı, işbirlikçi tekeci burjuvazinin kendi üzerlerinde kurduğu baskıdan hoşnutsuzdur ve genellikle muhalefetlerini dinsel görünümler, dinin ideolojik ve politik kullanımı ile açığa vurmaktadırlar. Bu kesimler giderek güçlenmiş ve palazlanmış, ana politik temsilcileri genellikle dini politik amaçlarla kullanan partiler –başka partilere de dağılmış olmakla birlikte- olmuştur. Kapitalist gelişmenin hızlanması, bu partilerin hükümetlere ortak olması ve giderek tek başlarına hükümet olmaları bu kesimlerin önünü büyük oranda açmıştır. Ancak bu burjuvazinin amacı eski, “geleneksel burjuvaziyi” tasfiye etmek değildir. Amacı onun içine katılmak, onun yararlandığı ayrıcalıklardan ve avantajlardan yararlanmaktır. Kısacası Türkiye büyük burjuvazisinin safları genişlemiş, eski tekellerin arasına yenileri katılmış, bütün bunların devletle ilişkileri yeniden şekillenmiştir. Ama bütün bu süreçte olup bitenler “dinciler ve laikler” arasındaki mücadeleler olarak politik arenaya yansımıştır.
Hem geleneksel burjuvazinin, hem de ona yeni katılan “dinci-muhafazakar” burjuvazinin servetleri Orhan Pamuk’un da tespit ettiği gibi üç beş kat artmıştır. Bu aynı zamanda şu anlama gelmektedir: Tekelci burjuvazinin büyüyen katmanı içerisinde “eski olsun, yeni” olsun tek tek grupların etki oranı eskiye göre zayıflamıştır. Örneğin Koç Grubu artık bir gecede kararname çıkartıp kendisine ek avantajlar sağlayamaz. Böyle bir kararname çıktığında ise ondan yararlanacak kesimlerin sayısı epeyce fazladır vb. Yani tek tek grupların hükümetler üzerindeki “politik etkisi” eskiye göre zayıflarken, büyük burjuvazinin hükümetler üzerindeki toplam politik etkisi eskiye oranla kıyaslanmayacak ölçüde artmıştır. Örneğin çıkartılan son teşvik yasası başta büyük burjuvazi olmak üzere tüm burjuvaziye büyük olanaklar sunmakta, ülkeyi ve özellikle bazı bölgeleri ucuz işçi cenneti haline getirirken, burjuvaziye de halkın sırtından yeni vurgunlarla palazlanma fırsatları tanımaktadır. Açıkçası aşırı sömürü ve vurgunda büyük burjuvazi açısından “din-iman, laik-dinci” kesim ayrımları büyük oranda silinmiştir. Bu elbette halkın yönetilmesi ve güdülmesi için dinin kullanılmasının son bulduğu gibi bir anlama asla gelmemektedir.
Kısacası büyük burjuvazinin –sermayenin- hem kendi içerisindeki ilişkiler, hem devletin yeniden yapılandırılması, hem de halka yönelik politikaları giderek “olağan”, yani bir burjuva sınıf egemenliğinin olması gereken koşullarına doğru ilerlemektedir. Bu eski bölünme ve iki yüzlü mücadelelerin güç kaybetmesi, işçi ve halk hareketi için daha güçlü bir zeminin olgunlaşması anlamına gelmektedir. Artık fabrikasına mescit yapmış patronların, işçilerini “evde namaz kılmıyorsunuz, burada işten kaytarmak için namaz kılıyorsunuz, siz iki yüzlüsünüz” deme vakalarına daha sık rastlayacağız. Bu da işçiler için yeni bir uyanma ve kendi sınıfını anlama döneminin hızla gelişeceği anlamına gelmektedir. Ya da vahşi sömürü koşulları Antep Ünaldı işçilerinin gerçekleştirdiği türden direniş ve mücadelelerin giderek yaygınlaşması ve patlamalar halinde gündeme gelmesini kışkırtacağı anlamına gelmektedir. Olup bitenlere dar bir pencereden değil de geniş bir çerçeveden bakmak oldukça yararlı olacaktır.
EVRENSEL'İNMANŞETİ
![Marmaris Turgut Koyu’nu kurtaran mahkeme kararı: “ÇED gerekli değildir” kararı iptal](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/284338.jpg)
Marmaris Turgut Koyu’nu kurtaran mahkeme kararı: “ÇED gerekli değildir” kararı iptal
![Kaynak sağlığa, eğitime değil sanayiye aktı](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/254547.jpg)
İletişim Başkanlığı deprem raporu: Kaynak sağlığa, eğitime değil sanayiye aktı
![Çayırhan işçilerinin özelleştirmeye karşı yürüyüşü devam ediyor:](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/284233.jpg)
Özelleştirme karşıtı yürüyüş sürüyor: Eylemler üretimi de etkilemeli
![Diyarbakırlı işçiler sürece ilişkin temkinli, iktidardan umutsuz](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/280807.jpg)
Evrensel'i Takip Et