Yargıtay Başkanı ne demek istedi?
Fotoğraf: Envato
Yargıtay başkanlarının adli yargı yılı açılışlarında yaptıkları konuşmalar genellikle dikkat çekicidir.
Yine öyle oldu. Yargıtay Başkanı Ali Alkan, yeni adli yargı yılı açılışında yaptığı konuşmada hukukun üstünlüğü ve insan haklarına dikkat çekerken, yargı bağımsızlığına yönelik de kimi uyarılarda bulundu. Alkan’ın yaptığı önemli vurgulardan biri şuydu: “Hukukun üstünlüğünü sağlamanın öncelikli şartı, yönetenlerin hukuka saygılı olmalarıdır.”
Alkan, Türkiye Cumhuriyeti’nin insan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu ileri sürerek, bu niteliklerin hiçbirinin hiçbir suretle diğerine feda edilemeyeceğini de belirtti.
Ancak Alkan’ın söyledikleri arasında bir değerlendirme var ki, ‘hukukun üstünlüğü’ ve ‘insan hakları’ adına yaptığı vurguların tümünü tartışılır hale getiriyor. Türkiye’de bir ifade özgürlüğü sorunu olduğunu belirten Alkan, şöyle devam ediyor: “Bu sorunu, bu özgürlüğün görev ve sorumluluk yüklediği gerçeğine aykırı hareket eden anlayışlar bir yandan, kamu gücünün otoriter eğilimlerle kullanımı diğer yandan büyütmekte, başta ifade özgürlüğü olmak üzere hak ve özgürlükleri istismar eden terörist yöntemler çözümü güçleştirmektedir. Terörist yöntemlerle ifade yöntemleri birbirinden ayrılmalıdır. Şiddete teşvik, ırkçılığa çağrı ve nefret içeren ifadelere geçit vermemeli ancak kamu gücünü temsil edenler de toleransı elden bırakmamalıdır.”
Bu değerlendirme aslında hem 12 Eylül askeri darbesinin yürürlüğe soktuğu cunta hukukundan, hem de ABD’nin ilan ettiği “11 Eylül güvenlik konsepti”nden izler taşımaktadır.
Aralarında seçilmiş milletvekilleri ve belediye başkanları ile, siyasi parti yöneticileri, avukatlar, sendikacılar ve bilim insanlarının da bulunduğu 10 bin dolayında kişinin KCK adı altında yürütülen dava kapsamında tutuklu bulunduğu, yüze yakın gazetecinin ipe sapa gelmez gerekçelerle “terörle” ilişkilendirilerek cezaevinde tutulduğu bir ülkede Yargıtay Başkanı “Hak ve özgürlükleri istismar eden terörist yöntemler çözümü güçleştirmektedir. Terörist yöntemlerle ifade yöntemleri birbirinden ayrılmalıdır” diyebiliyorsa, onun ‘özgürlük’ ve ‘güvenlik’ tercihleri arasındaki tercihinin daha çok özgürlüklerden yana olduğunu öne sürmek güç olacaktır.
Alkan’ın ifadelerindeki “kamu gücünü temsil edenler de toleransı elden bırakmamalıdır” sözünün de, özgürlüklerden yana olmak adına bir güvence sayılması da fazla bir iyimserlik olur. Demokrasilerde tolere edilemeyecek olan özgürlüklerin baskı altına alınmasıdır. Kamu gücünü temsil edenlerin özgürlükler konusunda toleranslı olmasından bahsetmek bile, aslında aslolanın ‘güvenlik’ olduğunun dolaylı bir itirafı gibidir.
Bugün KCK davası kapsamında tutuklananlar ya da ilgisiz biçimde ‘Ergenekon sepetine’ doldurulan gazeteciler de, hak ve özgürlükleri istismar ederek “teröre destek” vermek ile suçlanmaktadırlar.
Ya da örneğin “PKK ve Öcalan ile müzakere yapılmadan bu ülkede Kürt sorunu çözülemez” dediğinizde Alkan’ın söylediği “Terörist yöntemlerle ifade yöntemleri birbirinden ayrılmalıdır” koşulunu pekala ihlal etmiş sayılabilirsiniz. Yani herhangi bir savcı bu nedenle hakkınızda dava açabilir. Nitekim açmıştır da.
İstanbul Özel Yetkili Savcılığı tarafından, gazetemiz Evrensel’in 24 Mart 2012 tarihli sayısının 6 ve 7’inci sayfalarında çıkan kimi haber ve köşe yazıları hakkında açılan ve ilk duruşması görülen dava bu zihniyetle açılmıştır. Kürt sorununun demokratik çözümünü tartışmak ya da BDP ve DTK yöneticilerinin ‘bu sorun sahte muhataplar yaratarak çözülemez’ biçimindeki açıklamalarına yer vermek, “terör örgütü propagandası yapmak” suçu kapsamına sokulabilmiştir. Yani Alkan’ın vurgu yaptığı “Terörist yöntemlerle ifade yöntemleri birbirinden ayrılmalıdır” ilkesinin göz ardı edilmesi olarak yorumlanmıştır.
Mersin’de 8 Mart 2005’te Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutlamak için yapılan meşaleli yürüyüş ve basın açıklaması nedeniyle, bir sorun çıkmadığı halde, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefetten dönemin KESK Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü ve Büro Emekçileri Sendikası Mersin Şube Başkanı Gürsel Şenşafak ile SES Mersin Şube Başkanı Yılmaz Bozkurt ve Eğitim Sen Mersin Şube Başkanı Orhan Yıldırım’ın 15’er ay hapis cezasına mahkum edilmeleri ve tutuklanarak cezaevine konulmaları da, ‘güvenlik’ kriterlerinin artık özgürlükleri sınırsız bir keyfiyetle ezer hale geldiğinin somut bir başka kanıtıdır.
İfade ve örgütlenme özgürlüğünün, yargının en tepesindeki kişilerin kafasında bile bu kadar ‘ince’ kriterlerin kıskacında bulunduğu bir ülkede, evinde oturmak yerine sokağa çıkarak devlete ve hükümete laf söyleyen biri kendisini nasıl güvende hissedebilir ki?
- Diyarbakır notları: Seçim öncesi gelip ‘Ser sera, ser çava’ demeyin 16 Aralık 2024 04:52
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00