İnsan psikolojisi ve kapitalizm
“Araştırmalar, ekonomik krizlerin depresyon yaygınlığını artırdığını göstermiştir. Ekonomik krizler, ruhsal krizleri, psikopatoloji krizlerini doğurmaktadır.” Bunları söyleyen bir bilim insanı, Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Tunç Alkın’dır. Prof. Dr. Alkın bu tespitleri Bursa’da Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde devam eden Ulusal Psikiyatri Kongresi’nde dile getirmiştir. Alkın, aynı zamanda “Depresyonun çözümünün sadece psikiyatrik değil, ekonomik ve politik açıdan da değerlendirilmesi gerektiğine de” vurgu yapmış. Bu sözler bir bilim insanının bilimin namusuna bağlı kalarak yaptığı önemli ve gerçekçi tespitlerdir.
Prof. Dr. Alkın’ın tespitleri ve eleştirileri bu konuda yapılan araştırmalara ve bunların sonuçlarına dayandığı için oldukça değerlidir. Bu konuşmasında Alkın “depresyonun küresel bir kriz olduğuna” vurgu yapmış, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre “bu hastalığın 2030 yılında dünyada ilk sırayı alacağını” belirtmiştir. Kuşkusuz söylenilenler bunlardan ibaret değildir. Alkın aynı konuşmasında, “DSÖ tarafından yapılan bu açıklamanın depresyonun, kederli, karamsar, yaşamın anlamsız olduğu, gelecek duygusunun kalmadığı, mutsuz, enerjisiz ve yorgun bir geleceğe vurgu yaptığını... depresyonun kadınlarda erkeklerden iki kat daha fazla görüldüğü”ne de dikkat çekmiştir.
Prof. Dr. Alkın’ın sözleri bugün dünyada egemen olan sisteme, onun tarafından üretilen politikalara ve ideolojik yaklaşımlara köklü bir eleştiri yöneltmektedir. “Ülke yöneticilerinin umut veren açıklamalarının aksine dünyada egemen olan hiçbir yönetim, ekonomi, politik tercih, toplumsal proje, iktidar biçimi, hepsinin özeti dünyayı saran neo-liberal politikalarla ifade bulan kapitalizm umut vermiyor, vermeyecek görünüyor. Her geçen gün boyutları daha da büyüyen, genişleyen ve yaygınlaşan ekonomik değişiklikler, krizler, yoksulluk, işsizlik gibi durumlar yaşamı anlamsızlaştırıyor, mutsuz kılıyor, kederi baskın yapıyor, depresyonu üretiyor” sözleri bu yaklaşımın açık kanıtıdır.
Bütün bu gerçekler kuşkusuz ilk defa dile getirilmiyor. Ancak bir bilim insanı tarafından bu açıklıkta ve netlikte dile getirilmesi çok sık rastlanılan bir durum değildir. Ülkeye bakıldığında ilk bakışta bir anlam verilemeyen kadın cinayetlerindeki artışların, intiharların, anlamsız görünebilecek şiddete yönelik davranışların, psikolojik çöküntünün yaygınlaşmasının, dinsel düşüncenin ve kaderciliğin yaygınlaşmasının vb. kökeninde tam da bu toplumsal koşulların bulunduğu büyük bir açıklıkla görülebilmektedir. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde bu yöndeki davranışlar daha da yaygınlaşmaktadır. Komşu ülke Yunanistan’dan gelen intihar vakalarındaki artış haberleri oldukça dikkat çekicidir.
Depresyonun kadınlar arasında erkeklerden iki kat daha fazla görülmesi de şaşırtıcı değildir. Çünkü kadınlar bütün bu toplumsal sıkıntıları erkeklerden daha fazla üzerlerinde hissediyorlar. Kadınların büyük bir çoğunluğu eve kapalı durumda ve ailenin tüm dertleri ve sıkıntıları doğrudan doğruya onların üzerine yıkılmış durumda. Çocuğunun karnını doğru dürüst doyuramayan, onun ihtiyaçlarını karşılama olanaklarından yoksun olan, ona az çok umutlu bir gelecek sunma olanakları elinde olmayan bir annenin içine düştüğü psikolojik çöküntü oldukça derin olmalıdır. Üstelik, aynı koşullarda yaşayan bir erkeğin, pek çok durumda çözümsüzlükten ve umutsuzluktan kaynaklanan şiddetine maruz kalmak, kadınlar üzerinde ek bir çöküntü yaratmaktadır.
Toplumsal sıkıntıların kökenlerini anlayamayan, her gün yeniden doğan günün, hangi sıkıntıları beraberinde getireceği endişesini sürekli olarak taşıyan bireylerin kaderciliğe meyletmesi, dinsel düşüncelere eğilim göstermesi bu koşullar dikkate alındığında şaşırtıcı değildir. Bugün dinsel düşüncenin toplumsal temeli de işte bu ekonomik durum, bunun üzerinde yükselen belirsizlikler ve güvensizliklerdir. Öbür dünyadaki cennetin hayaliyle dine sarılmak bugünün insanının toplumsal koşulları dikkate alındığında en son akla gelecek şeydir. Ama üst sınıflar, egemen sermaye düzeni, onlara sürekli olarak boyun eğmeleri, uysal ve uyumlu davranmaları durumunda öbür tarafta cennet vaat etmekten bir an bile geri kalmazlar.
Bugünün kapitalist sistemi bütün bu eşitsizlikleri, güvensizlikleri, gelecek kaygısını, gelecek için en küçük bir umut vermemeyi sürekli olarak üretmektedir. Kapitalizmin insanlığın önüne açtığı yol ekonomik yıkım, krizler ve savaşlarla dolu bir dünyadır. Refahın en yüksek düzeye çıktığı dönemde bile kapitalist toplum insanın diğer insana karşı mücadelesini ve rekabetini körüklemektedir. Çünkü sermaye egemenliğine ve ücret köleliğine dayanan mevcut toplumsal sistemde, bir bireyin diğer bireyin omuzlarına basarak yükselmesi, “insan insanın kurdudur” anlayışının egemenliği olağan bir durumdur. Ama bugün İspanya’ya, Yunanistan’a, Portekiz’e, İtalya’ya bakılınca insanlığın önünde farklı bir gelişme yolunun bulunduğu da görülebilmektedir.
Dünyanın egemenleri ekonomik sıkıntılara ve dertlere karşı ayağa kalkmış kitleleri değil de, sadece sıkıntılar altında ezilmiş, depresyona düşmüş, alkolizme gömülmüş, dine sarılmış kitleler görmeyi çok isterlerdi. Ama bugünün işçi ve emekçisi mevcut durumu değiştirebilmek, ekonomik ve politik saldırı paketlerini püskürtebilmek için daha fazla mücadele yolunu tutuyor. Yunan emekçileri mücadele için sokaklara düştüklerinde “intihar değil, mücadele” pankartları taşıyorlardı. Bu mücadele eğilim ve isteğinin giderek daha fazla yaygınlaşması kaçınılmazdır. Çünkü kapitalist sistemin egemenleri insanların önüne daha fazla ekonomik çöküntü ve sıkıntıdan başka bir gelecek sunmuyorlar.
Madem ki psikolojiden buralara geldik, şu genel sonucu özetlemek de bir zorunluluk oluyor: Halk kitleleri, işçi ve emekçi yığınlar ruh sağlıklarını korumak içinde kapitalist sistemi alt etmek, yeni bir dünya kurma zorunluluğu ile karşı karşıyadırlar. Kapitalizmin insanlığa verebileceği hiçbir olumlu değer kalmamıştır. Devletlerin uyguladıkları şiddet, eski düzeni korumak için başvurdukları yanıltıcı propaganda ve ideolojik saldırılar kapitalizmin sonunu sadece geciktirebilir. O halde karşı cinse karşı şiddet değil, ortak düşmana karşı birlikte mücadele, diğer bireye karşı rekabet değil, güçleri birleştirme, hapa, ilaca, alkole, kutsal kitaplara değil, mücadeleye sarılmak insanlığın tek kurtuluşu olarak görünmektedir. Geçmişte çok karanlık dönemlerden çıkmanın yolunu bulmuş olan insanlık, kuşkusuz bu durumun içerisinden çıkmanın da bir yolunu bulacaktır.
Evrensel'i Takip Et