Obama-Romney kan kardeşliği
ABD seçimleri, her zaman, aynı zamanda dünyanın kaderini yakından ilgilendiren seçimler olmuştur. Bu nedenle, şu sıralar bütün dünyanın gözü kulağı ABD’deki seçim kampanyasında. 6 Kasımda Barack Obama’nın mı yoksa Romney’in mi ipi göğüsleyeceği merakla bekleniyor.
Bugüne kadar her iki aday arasında yapılan üç münazaradan Obama, 2-1 galip çıkmış. Bunun final için yeterli olup olmadığını hep birlikte göreceğiz. Obama bir tek ekonomi ve sosyal sorunların tartışıldığı birinci münazaran mağlup çıktı. Çünkü bu alana dair söyleyeceği fazla bir şey, vereceği yeni bir vaat yok.
Krizin etkisiyle ekonomideki küçülme devam ederken, “en zengin” ülkede sınıflar arası çelişkiler derinleşti, işsizlik ve yoksulluk büyüdü.
Burada bizi en çok başkan adaylarının üçüncü düelloda dış politika üzerine söyledikleri ilgilendiriyor.
Yazılanlara bakılırsa Obama, dış politikanın tartışıldığı son turu kazanmış. Zira, izlediği dış politika karşısında rakibi fazla şey söyleyememiş, hatta bin Ladin’in öldürülmesinde olduğu gibi taktir etmiş.
İlk “siyahi devlet başkanı” olarak Obama, seçildiği 2008’de köleliği kaldıran Abraham Lincoln’den ve 1929 Ekonomik Buhranı’nın krizin etkisiyle ekonomi politikalarında yaptığı mecburi değişiklikler nedeniyle Franklin Roosvelt’ten sonra ABD’nin gelmiş geçmiş en önemli başkanları arasına konulmuştu. Ama, gelinen aşamada Obama pek çok alanda beklentilere yanıt veremeyen bir başkan haline gelmiş bulunuyor.
Der Spiegel’in yazdığı gibi “ikinci kez başkan adayı olurken, kendisine biçilen misyonu gerçekleştirmediği için, işini kaybetmemeye çalışıyor”.
Çünkü; yüklenilen misyon ile gelinen durum arasında büyük çelişkiler bulunuyor.
Bunların başında da elbette savaş ve barış geliyor.
Her ne kadar göreve geldikten kısa bir süre sonra Nobel Barış Ödülü’nü kazansa da, yaptıkları bu ödülü hak etmediğini ortaya koyuyor.
Irak’tan ABD askerlerini çekti, ancak bunları kışlalar yerine Afganistan’a gönderdi. Afganistan’da katledilen sivil sayısı önemli oranda arttı. Keza ölen ABD’li askerlerin sayısı da 1505 olarak gerçekleşti.
Başka bir değişle; W. Bush tarafından gürültülü bir şekilde başlatılan “Teröre karşı savaş” doktrini, Obama tarafından olduğu gibi sürdürüldü.
Son münazarada Obama, ABD’nin geleceği açısından en büyük tehdidin “terör ağları” olduğunu söyleyerek, Bush’un açtığı yoldan yürümeye devam edeceğinin mesajını verdi.
Hem Obama hem de Romney’in konuşmalarında asıl dikkat çeken ve üzerinde uzlaşma sağlanan konuların başında Çin ve Rusya’ya yönelik yaklaşımlar geliyor. Her ikisi de Çin’i “rakip ve düşman” görüyor.
Obama’nın yürürlüğe koyduğu Pasifik Strateji’si kapsamında, son aylarda Çin ile Japonya arasında baş gösteren gerilim tam da bu “düşman” tanımlamasından başka bir şey değil.
ABD’li siyasetçiler arasında müzakere malzemesi olan Çin, bu tartışmalara yanıt vermekte gecikmedi elbette. ABD’li politikacıları “gerçekçi ve objektif” olmaya çağırdı. Benzer bir durum Rusya için de geçerli. Hatta, Romney işi biraz daha ileriye götürerek Rusya ile bir soğuk savaşın sürdüğünü söyledi. Bir süredir Obama’nın izlediği politikalar zaten Rusya ile “soğuk savaş” havasında...
Özetle; her iki başkan adayı dış politika konusunda görüş ayrılığı içinde olmadığını, ABD emperyalizminin çıkarları için pek çok konuda aynı düşündüğünü ifade etmiştir.
Söylem bazında dahi farklılıklar yok.
Bu da ABD’nin seçimlerden sonra, başkanın kim olacağından bağımsız, Ortadoğu’dan Pasifik’e kadar uzanan Asya kıtasında, büyük istikrarsızlıklar ve çatışmalar peşinde olduğunu gösteriyor. ABD emperyalizmi, Asya kıtası üzerinde nüfuzu artırmak için şiddetli çatışmaların ve gerilimlerin peşinde.
Bu nedenle, dış politikada Obama ile Romney arasında dünya çapında daha fazla kan dökmede bir kan kardeşliği bulunuyor.
Evrensel'i Takip Et