Kibir ve özgüvensizliğin kıskacında
Bir yandan açlık grevlerinin kritik aşamaya gelmesi öte yandan da Başbakan Erdoğan’ın özel olarak gündemleştirdiği “idam cezasının yeniden getirilmesi” tartışması, ülkede politikayı “ölümü” konuşmaya kilitledi.
Öte yandan asker ölümleri üstünden yürütülen gürültülü şoven-milliyetçi kampanyanın da politik gündemin daha sürekli bir bileşeni olduğu dikkate alındığında Türkiye ölümle yatıp ölümle kalkan bir ülke görünümü kazanıyor.
Bu tablo elbette en başta bu ülkeyi 10 yılıdır yöneten AKP ve onun lideri Başbakan Erdoğan’ın eseridir. Ve az çok seçimle gelen giden hükümetlerin olduğu bir ülkede, aklı başında hiçbir politikacı, böyle bir tabloyu bir hükümet başarısı, ya da memnun olunacak bir tablo olarak gösteremez.
Ancak AKP Hükümeti ve propagandacıları, en başta da Başbakan, her gün “pembe tablolar” çizip marifetleriyle övünmekte, yetinmeyip hiç getiremeyeceği “idam cezası” üstünden ülkeyi terörize ederek, ölümle hizaya getirmeyi tartışmaya açarak, kan kokusu almış çakal sürüsünün ağzından salyalar akıtarak “idam savunuculuğu”na soyunmasına fırsat vererek, açlık grevine başvurmak zorunda bıraktığı vekilleri alaya alarak marifetleri üstüne tüy dikmektedirler.
Evet AKP Hükümeti’nin idam cezasını geri getiremeyeceğini az çok bu dünyada olup biteni izleyen herkes bilmektedir.
Daha birkaç hafta önce yerel seçimi beş ay öne almayı bile başaramayan bir gücün idam cezasını yeniden getirmesi mümkün değildir. Diyelim idam cezasını yeniden getirdiler, Abdullah Öcalan’ın idam edilemeyeceğini bunun teknik olarak imkansız olduğunu da herkes biliyor. Dahası böyle bir şeyin teknik olarak bir yolunu bulsalar bile Öcalan’ı idam edemeyeceklerini bilmektedirler. Ama buna rağmen, “idam cezasını getirmeyi”, “Öcalan’ı idam edebileceklerini” tartışmaya açmaktadırlar. Ve bunu halkın yutacağını düşünmektedirler. Ya da BDP’li vekillerin açlık grevinde gizlice yemek yiyeceği propagandasıyla vatandaşın kafasını karıştıracaklarını ummaktadırlar.
Çünkü onların gözünde halk, onlar ne söylerse ona inanacak kadar saf, cahil bir sürü, ebleh bir kalabalıktır! Bu yüzden de en inanılmayacak yalanları söylemekten çekinmemekte, bu yalanlardan siyasi bir rant sağlamayı amaçlamaktadırlar.
Özellikle Erdoğan’ın tek lider olarak öne çıkmaya başlamasından beri AKP propagandası, halkı gerçekleri anlamaktan uzak bir sürü olarak görmekte; bir yandan pespaye bir popülizm (halk dalkavukluğu) yaparken öte yandan da halkın gözünün içine baka baka yalanlar söylemekte, kendileri dışında “herkesi aptal, alemi sersem” gören bir tarzı derinleştirmektedir.
Başbakanın şahsında en somut biçimiyle yansıyan halkı hor görme, dünyayı ben yarattım ben merkezciliği, burnundan kıl aldırmayan kibirlilik AKP’nin gerçek yüzü olarak her gün daha belirginleşmektedir.
Ülkenin başlıca sorunları böylesi çözülmemiş dururken; dahası hükümet bütün bu kronikleşmiş geleneksel sorunların çözülmemişliğine, Suriye, Irak, İran’la savaş haline girmeyi de içeren dış politika sorunlarını eklemiştir.
Bu durum elbette AKP içinde ve tabanında da kaçınılmaz olarak çatlakların çoğalmasına, derinleşmesine, giderek yarılmalara yol açacak bir potansiyeli de biriktirmektedir.
Açlık grevleri karşısında, en makul görülen talepler (açlık grevcilerinin talepleri iç ve dış geniş bir kamuoyu tarafından böyle görülüyor) konusunda bile “Bunlar siyasi tutsaklara ve PKK’ye taviz anlamına gelir” diye adım atmama özgüvensizliğinin arkasında, AKP Hükümeti’nin büyük bir güce sahip olması değil, bu çözümsüzlüklerin yarattığı güçsüzlük, çaresizlik bunalımı, bu bunalımın parti içinde ve dışındaki alanlarda yarattığı basınçtan duyulan korku vardır.
Ancak korkunun ecele faydası yoktur. AKP Hükümeti, ülkenin sorunlarını çözen ve halkın isteklerini yeterince karşılayan bir çizgiye girmedikçe, yasaklarla, sınırlamalarla gideceği yer sadece sorunların büyümesi, bunalımın daha da derinleşmesi, özgüvensizlik ve bunun yol açacağı korkudur.
Evrensel'i Takip Et