Son zamanlarda özellikle 28 Şubat ve bazı darbe girişimlerinin araştırılmasında sıkça dillendirilen bir görüş var. Bu görüş darbelerin “finansörlerinin” de araştırılması ve bunların ortaya çıkarılmasıdır. Bu görüş, darbe sorununu, darbelerin halka karşı işlenmiş bir suç ve bunun hesabının sorulması açısından değil de, sermayenin ve egemen sınıf kliklerinin birbirine karşı mücadelesi ve bunun sonuçları açısından yaklaşmaktadır. Bu nedenle de hangi darbe, hangi karanlık iş araştırılırsa araştırılsın, çıkan sonuç ülkede demokrasi mücadelesinin gelişmesine değil, AKP’nin yolunun açılmasına yaramaktadır. Halk muhalefetinin ise en azından ortaya dökülen bazı gerçeklerden kendi lehine yararlanmayı başaracak kadar güçlenemediği koşullarda, bu durum böylece devam edecektir.  
Bütün bunları temelsiz iddialar olarak mı ileri sürüyoruz? Gelişmeler öyle olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Şunlara bir bakalım. Basına yansıyan haberler, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun, Meclis Başkanı Çiçek’e 400 sayfalık bir rapor sunduğunu bildiriyor. Komisyonun neyi, ne kadar araştırabildiği bir yana, bu komisyona bağlı alt komisyonun hazırladığı taslak raporda, çalışmaların genellikle “devlet sırrı, ticari sır” gibi engellere takıldığı, Genelkurmay, MGK, MİT ve BDDK’nın ellerindeki bilgi ve belgeleri vermede “çekingen” davrandıkları belirtiliyor. Anlaşılan o ki, verdikleri bilgi ve belgelerde de işe yarar bir şey bulunmuyordu.
Ancak insan, darbe araştırmalarında “devlet sırrı” ile “ticari sır”ın bu kadar iç içe geçmesinin akla hangi çağrışımları beraberinde getirdiğini düşünmeden de edemiyor doğrusu. Bu alt komisyon “devlet sırrı”nın “asker sırrı” ile özdeştiğini tespit etmiş. “Ticari sır” ile de her halde büyük sermaye kastedilmiştir. Bu yönde doğrudan bir atıf olmasa da, alt komisyonun raporundan “Anadolu sermayesinin askeri ve bürokratik vesayet altına alınarak İstanbul sermayesine karşı güç kaybettirildiği... 28 Şubat’ın en önemli nedeninin Anadolu sermayesinin bayilikten üretime geçmeye çalışmasının engellenmesi” olduğu tespitleri okunduğunda, kastedilenin büyük sermaye, daha farklı bir ifade ile TÜSİAD olduğu anlaşılıyor.
Dahası anlaşılan bir şey daha var, o da komisyonun en azından hükümet kanadından gelen üyelerinin “Anadolu sermayesinin” haklarını korumayı ve darbe araştırmasını bu sermayenin TÜSİAD’çı sermaye ile hesaplaşmanın bir aracı olarak gördükleridir. Demek ki AKP’nin ve Hükümetin, yapılmış ve planlanmış darbelerin Türkiye halkına karşı işlediği suçlarla, binlerce karanlık işle uğraşması, bunları açığa çıkarması gibi bir niyeti yokmuş. Sermayenin farklı kanatlarının hesaplaşması “demokrasinin savunulması” olarak pazarlanmış ve geniş bir kesim bu yalanla kandırılmış. Ancak takkenin düştüğü ve kelin göründüğü günleri yaşıyoruz. Artık dizi senaryoları bile tamümmül edilemiyor, “yargı göreve” çağrılıyor vb...
Ancak 28 Şubat’tan bu tarafa da köprülerin altından çok sular aktı. AKP’nin hükümet olması ile “komisyonun raporunda “Anadolu sermayesi” olarak geçen küçük ve orta büyüklükteki bazı sermaye grupları hükümet ve devlet yardımıyla holdingleşti ve büyükler arasındaki yerlerini aldılar. Bu arada havanın değiştiğini gören bazı büyük sermaye grupları da hükümetin dümen suyuna girdiler. Yani işin sermaye kısmınında pek bir sorun kalmadı. Bundan sonra darbe koşulları gündeme gelirse, artık bu cenahtan hiç kimse “büyük sermayenin” çıkarlarının savunulduğunu iddia edemeyecektir. Çünkü sermaye kardeşliği din kardeşliğinden daha önemlidir ve cephesi genişleyen büyük sermaye halkın demokrasi ve özgürlük isteminin tam karşısında yer almaktadır. Bu ise darbelerin finansörlerinin işbirlikçi büyük sermaye olduğunun bir kez daha kanıtlanmasından başka bir şey değildir.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et