Erdoğan ve Davutoğlu
Sabah Gazetesi yazarlarından Süleyman Yaşar’ın Çarşamba günkü yazısının başlığı “Üç Türkiyeli yılın adamı: Erdoğan, Davutoğlu, Acemoğlu” idi. Bizi ilk ikisi yakından ilgilendiriyor. Çünkü içeride ve dışarıda önemli kararlar alıyorlar, bu kararlardan sadece ülke değil, yakın komşuları da etkileniyor, ülkeyi istedikleri yöne doğru sürüklüyorlar. Yılın adamlığı meselesine gelince, Yaşar’ın aktardığına göre konu şu: “Bu yılın en önde gelen küresel düşünürleri ya da mütefekkirleri arasında üç Türkiyeli yer aldı. Sırasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve MIT’den Prof. Dr. Daron Acemoğlu. Kendi alanlarında ileri sürdükleri fikirleriyle Washington’da yayınlanan Foreign Policy dergisince 2012’nin en üstte yer alan 100 düşünürü arasına seçildiler.”
Dergi, bu kişilerin neden seçildiklerini S. Yaşar’ın aktarımına göre şöyle anlatıyor: Tabii önce Erdoğan: “Başbakan Erdoğan ‘1332 yıl önce Kerbela’da yaşanan neyse bugün Suriye’de yaşanan da odur’ çıkışını yapıyor. Dergiye göre ‘Suriye’de yaşananlara, Arap dünyası, iç karışıklığı nedeniyle çaresiz’ kalıyor... ‘ABD ise işin içinden sıyrılma politikası’ izliyor. ‘Bu ortamda Türkiye uluslararası bir rol üstleniyor...’ Batı ile doğu arasında bir köprü vazifesi görüyor... Başbakan Erdoğan tamamen Ankara’nın kaynaklarıyla ölümden kaçan 100 bin Suriyeli göçmene yaşam şansı tanıyor.”
Davutoğlu’na gelince o da Birleşmiş Milletlerde ‘bir neslin rast gele bombardımanla yok edilişini daha ne kadar oturup seyredeceğiz’ çıkışını yapıyor. ‘İnsanların yaşamaları için kimse sorumluluk almazken bu ikili İslam tarihinin temel meselelerini biliyorlar’ ve ‘çözüm için düşünce üretip, sorumluluk üstlenip uyguluyorlar’ Dergi bütün bu nedenlerden dolayı Onları yılın en üst 100 düşünürü arasına koyuyor. Bu duruma bu ülkenin insanları sevinmeli mi, üzülmeli mi?
Geçmiş Başbakan ve Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal’ın önemli bir özelliği ve yeteneği vardı! Özal özellikle ABD’nin isteklerini daha onlar ağzını açmadan anlayan ve onları yerine getiren bir yönetici idi. Bu özelliği ile ABD nezrinde önemli bir prestije sahip olmuş, ‘bir koyup üç alacağız’ deyişi ile komşuların yıkımından ne kazanılacağını veciz bir biçimde özetlemişti. Dönemin Genelkurmay Başkanı bu hıza ayak uyduramamış, sonunda istifasını vermek zorunda kalmıştı.
Bugün ise ülke Özal’ın bu ‘üstün nitelikleriyle’ donanmış bir değil, iki adama sahiptir! Özal işbirlikçi tekelci burjuvazinin has adamı idi. Erdoğan ve Davutoğlu ise bu burjuvazinin dışından gelerek, hatta onunla –laiklik vb. konularda- cebelleşerek bulundukları yere geldiler. Ama işbirlikçi tekelci burjuvazinin isteklerini anlama, ABD’nin bölge politikasının özünü kavrama ve kendi gerici özlemlerini bu işbirlikçi politikanın içinde eritme ve yürütme konusunda özel bir yetenek gösterdiler. İyi bir koku alma duyguları var. Bütün bu özellikleri ile büyük efendinin her türlü takdirini ve övgüsünü hak ettikleri kesindir. Yakında liyakat madalyası bile alabilirler!
Ne var ki görüp, yaşadığımız gibi, takdir edilen ve övülen bu politikalar yakın komşularımıza, bölgemize barış ve istikrar değil, kargaşa, istikrarsızlık ve çatışma getiriyor. Ülke ABD’nin ve NATO’nun silah deposu, saldırı üssü ve cephe ülkesi olmaya doğru gidiyor. Ülkenin içinde ise her türlü demokrasi mücadelesi ve istemi şiddetle bastırılmaya çalışılıyor. Ancak gerici hesapların tutmaması için koşullar giderek daha fazla olgunlaşıyor. Arap Dünyası diktatörleri paketleyip tarihin çöplüğüne atan, işbirlikçiliği mahkum eden tarihsel bir hareket başlattı. Bu durumda Türkiye halkının diktatörlüğe heveslenenleri, işbirlikçilikte sınır tanımayanları baş tacı yapacağını sananlar yanıldıklarını göreceklerdir.
Evrensel'i Takip Et