27 Aralık 2012

Paranın rengi ve kokusu!

Roma imparatoru Vespasiyan (MS 69-70) tuvaletlere vergi koyduğu için onu suçlayan oğluna, “Non olet” yani “onun –paranın- kokusu yoktur” diye yanıt veriyordu. (Aktaran Engels Anti-Dühring) Başbakan Erdoğan’ın da “yeşil –dinci- sermaye, yabancı sermaye” eleştirilerine karşı sermayenin dini-milliyeti vb yoktur diye yanıtlar verdiğini biliyoruz. Esasen akçeli işlerde benzer yaklaşımların pek çok örneği bulunmaktadır. Önceki çağlarda değerli madenlerle birlikte bir zenginlik ve dolaşım aracı olan paranın, kapitalizmin egemenliği ile birlikte işlevleri arttı. Bu işlevlerden biri de sermayenin görünüm biçimlerinden biri oldu.
Büyük sermaye gruplarından Koç ve Ülker’in köprü ve otoyolların özelleştirilmesi ihalesine, yanlarına Malezya’dan bir büyük sermaye grubunu da alarak girmeleri ve bu amaçla kurdukları ortak bir şirketle ihaleyi kazanmaları, AKP Hükümeti ile büyük sermaye arasında bir dönemin geride kaldığının simgesel olarak ilan edilmesi anlamını taşıyordu. Koç “laikçi sermayenin” amiral gemisiydi ve Ülker de “yeşil-dinci- sermayenin en büyük grubu olma özelliğini taşıyordu. Özal’la birlikte hız kazanmış olan “dinci” sermaye gruplarının gelişimi AKP Hükümeti döneminde zirveye çıkmıştı.
“Anadolu sermayesi”, “yeşil sermaye” gibi çeşitli etiketler yapıştırılmış bu sermaye grubu içinden iyice palazlananlar büyük sermaye grupları arasına katıldılar ve büyük sermayenin gövdesi epeyce büyüdü. TÜSİAD’çıların son zamanlarda onların “haklarını” teslim ettiklerine tanık olduk. TÜSİAD Başkanı Boyner, sermayenin “laik-dinci vb” olarak ayrılmaması gerektiğini, asıl ayrımın “kayıt dışı ve kayıtlı sermaye olarak” yapılmasını gerektiğini ilan etti. TÜSİAD’çılar zaten epeyce bir süredir AKP Hükümeti’nin en başarılı olduğu alanın ekonomi olduğunu açıkça dile getiriyorlardı.
Bu hükümet döneminde sadece “dinci-yeşil” sermaye diye adlandırılan sermaye büyümedi, TÜSİAD’çılar da epeyce büyüdüler. Örneğin yapılan hesaplara göre Koç hisseleri AKP Hükümeti döneminde büyük değer kazandı! 2002’de borsa değeri 2.1 milyar dolardı ve 2011 sonu itibarıyla bu değer 11.8 milyar dolar oldu. Yine 2002’de toplam varlıkları 203 milyon lira iken, 2011 sonunda 98 milyar lirayı aşmış görünüyordu. Yine örneğin Koç’un kazandığı tek ihale otoyolları almak olmadı. TÜPRAŞ da özelleştirilerek Koç’a satıldı.
Kısacası laikiyle, dincisiyle sermaye grupları palazlandı ve büyüdü. Bu gruplar kendi aralarında ayrımları ortadan kaldıracak yeni tanımlar araya dursunlar, özünde bu grupları tanımlayan tek bir ortak nitelik bulunmaktadır: o da bu sermaye gruplarının emek sömürüsü üzerinde yükselmeleri ve palazlanmalarını AKP Hükümeti döneminde daha vahşi biçimler alan emek sömürüsüne borçlu olmalarıdır. Halk, “laik-dinci bölünmesi” ile aptallaştırılmaya çalışılırken, bu sermaye grupları deyim yerindeyse “malı götürmüşlerdir.”
Bugün bu sermaye gruplarının birbirlerine karşılıklı gül atmaları elbette sürpriz değildir. Devlete egemen olma konusundaki bilek güreşini AKP kazanmıştır. Düne kadar Koç’un özel muhafızları gibi hareket eden generallerin bileği bükülmüştür. Artık onlar bir sermaye grubunun değil, büyüyerek palazlanmış en büyüklerin ortak çıkarlarının muhafızı olmuşlardır. Buna politik literatürde sermaye devleti deniyor. İşte bu devlet büyüyen, palazlanan sermaye gruplarının ortak egemenliğini temsil ederken, bütün kurumları da buna göre yeniden bir yapılanmaya tabi tutulmuştur. Tabii büyük abi ABD’nin bu işlerdeki rolü göz ardı edilmemelidir. Sözün kısası şudur: büyük sermaye yeni bir birlikle iktidarını sürdürüyor. İşçi ve emekçi halk ise henüz büyük sermayeye karşı kendi birliği güçlendiremedi, mücadelesini daha ileriye taşıyamadı. Ama düşmanın görünümü netleştikçe bu birliğin ve mücadelenin ilerlemesi de kaçınılmaz olacaktır.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et