Mücadeleden öğrenerek ilerlemek
Fotoğraf: Envato
Emek Demokrasi ve Özgürlük Blokunun 7 bağımsız adayının YSK tarafından, sudan gerekçelerle “veto” edilmesi sonrasında basın ve siyaset arenasındaki tepkilerin sokakla birleşmesiyle ortaya çıkan baskı; YSK’yı ve arkasındaki güçleri geri bastırdı.
Yüzde 10 barajı, düzen partilerine Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Yasası üstünden sağlanan avantajlarla korunan seçim sistemine sokulan bir çomak olan Emek Demokrasi ve Özgürlük Blokunun bağımsız adaylarla seçime girmesine YSK’nın, “veto”larla ikinci bir barikat oluşturması çok geniş bir kesimde tepki gördü. Eğer MHP’nin geleneksel “taş kafa” milliyetçiliğinden kalkarak, “Adaylar belirlenirken yasalara uyulması” tekerlemesi arkasında YSK kararına destek vermesi, AKP’nin ve yandaş kalemlerin, karardan hükümeti ve AKP’yi sorumlu tutanlara yanıt verme arkasında YSK kararını sahiplenmesi bir yana bırakılırsa YSK kararını, “Yasaların gereği budur, boyun eğilmelidir” diyen kimse çıkmadı. Öte yandan Emek Demokrasi ve Özgürlük Blokunun ve adaylarının etrafında sokak gücünün harekete geçmesi; ülkenin pek çok yerinde böyle bir seçimin meşru olamayacağı açıklamalarına eşlik eden yürüyüşler ve gösteriler, YSK ve arkasındaki güçlerin geri basmasında belirleyici bir rol oynamıştır. Ve birkaç gün içinde başka zamanlarda aylarca sürecek tartışmalara yanıt olan “belgeler” mahkemeler tarafından hemen verilmiş, YSK’nın kararını düzeltmek zorunda kalmasının yolu açılmıştır.
Son birkaç günlük gelişmeler değerlendirildiğinde şu iki önemli sonuç çıkar:
1- YSK kararına ve bu kararın arkasındaki zihniyete böylesi geniş bir yelpazede karşı çıkılması, elbette ülkemizdeki demokrasi mücadelesi için, özgürlüklerin geliştirilmesi için önemli bir gelişmedir. Çünkü YSK’nın “veto”suna karşı siyaset, basın ve aydınlar cenahından gelen tepkiler, Emek Demokrasi ve Özgürlük Blokuna yönelik saldırının seçimin meşruiyetini tartışılır hale getirdiğini herkesin görmesini sağlayan bir etkinlikte olmuştur. Bu durum, YSK’nın “yasalara” atıflarda bulunarak ya da topu başka kurumlara ya da bizzat bağımsız adaylara atan gerekçelerine ilişkin tüm savunmalarını etkisiz kılmıştır.
2- Sokağın gücü aktif bir biçimde ortaya çıkarak, bu meşruiyet tartışmasına varan tutumla birleşmiştir. İstanbul ve Diyarbakır merkezli olarak on binlerin alanlara çıkarak kararı protesto etmeleri, YSK kararını bir yandan yüzde 10 seçim barajına bağlayarak, öte yandan hükümetin seçim stratejisiyle birleştirerek tepki göstermeleri, tepkinin YSK ve hükümete yönelmesi, hükümet yandaşı basını hizaya getirirken, YSK’yı da kararını pek görülmemiş bir hızla gözden geçirmeye zorlamıştır.
Burada bu vesileyle belirtmeliyiz ki, YSK üstünden seçime yapılmak istenen bu müdahalenin püskürtülmesini hükümetin ve arkasındaki güçlerin, emniyet, istihbarat gibi güçlerin ve şoven güç odaklarının hazmetmesi zor olacaktır. Bu yüzden de bu güç odaklarının en masum gösterilere bile en sert yöntemlerle saldırmaları sürpriz olmayacaktır. “Sivil itaatsizlik” çadırlarına tahammülsüzlük, Bismil’de olduğu gibi göstericilere karşı öldürmeye varan müdahaleler sürdürülebilir. Yine kent ve kırlarda operasyonlara hız verilmesini belirtileri de vardır. Ama bu tür tahrikler, “meşruiyet çizgisini” gözden kaybettirmemelidir. Çünkü en azından bu süreçte “karanlık”tan, savaştan fayda uman, özgürlük ve demokrasi düşmanı güçlerin “yumuşak karnı” budur.
Bu yazı yazıldığında henüz YSK’nın resmen açıklanmış yeni bir kararı yoktu. Ama herkes Emek Demokrasi ve Özgürlük Blokunun veto edilen 7 adayından en az altısının adaylığının YSK tarafından kabul edileceği biçimindeydi.
Yukarıda ifade edilen iki etkenin böyle bir araya gelmesi önemli olmuştur. Çünkü eğer ikinci etken, yani sokak baskısı olmasaydı; basın ve siyaset dünyasındaki tartışma; “yasalar”, “YSK’nın kararlarının kesinliği”. “oluşmuş gelenek ve görenek” itiş kakışı üstünden aylarca sürebilirdi! Ya da eğer siyaset, basın ve aydın kamuoyundaki tepkiler bu genişlik ve tereddütsüzlükte olmasaydı, sokak mücadelesi, kimi cam çerçeve kırmalara, polisle çatışmaya indirgenip; “terör” ve “teröristlerin provokasyonu” olarak suçlanarak bir asayiş sorununa indirgenerek geçiştirilebilirdi. Türkiye’nin yakın geçmişinde her iki durumun da sayısız örnekleri vardır.
Elbette bu iki maddede toplanan tutumları böyle bir araya getiren yüzde 10 barajının beslediği adaletsiz seçim sisteminin artık her vicdanı zorlayacak kadar çürümüşlüğünün herkesi rahatsız eder hale gelmesi ve Kürt sorununun çözümünün ertelenemeyecek biçimde dayatmış olmasıdır.
Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku; bu iki yanı ustalıkla birleştirdiği ölçüde demokrasi güçlerinin birleşmesine katkı yapacak, bu güçleri kendi yanına yaklaştıracaktır. Dahası blok böylece kendi gücünü ve etkinliğini de arttırıcı bir çizgide hareket etmiş olacaktır.
Her halde son birkaç gündür olanlardan çıkarılacak en sıcak ders budur.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00