Ölüm tarlasında barış çiçeği açacak! (Mı?)

Paris’te 3 Kürt kadın siyasetçinin vahşice katledilmesi dev gibi bir tepki dalgasına yol açtı sonuçta. Kırılganlık, tereddüt, karamsarlık, umut, kızgınlık ve başlayan olumlu bir sürecin kesintiye uğrayacağı endişesi gibi gayet insani tepkiler dünyanın her yerinden sel gibi aktı denebilir. Barışa evrilen yol, ölümlerin durması ve gözyaşlarının akmamasına yönelikken daha yolun başında böylesi bir siyasi cinayetin işlenmesi doğal olarak çeşitli yorumlara ve değerlendirmelere yol açtı. Umut veren gelişme, sürecin kesintiye uğramaması için olgun sayılabilecek söylem ve davranışların öne çıkmasıdır bence.
Sorunları çözerken olasılıkları hesaplayarak çözüme uygun akılcı yolu bulmanın ne kadar zor olduğunu yaşayarak öğrendik sanıyorum. Çözümsüzlükten beslenen kesimlerin hâlâ aktif olduğunu göz önüne alırsak acılı ve sıkıntılı günlerin bir anda bitmeyeceğini görebiliriz. Sorunun çok boyutlu olması çözümün de çok boyutlu olmasını gerekli kılıyor. Tamam, görüşmeler başladı ve sürüyor; güzel, doğru ve umut verici. Devletin bir çözüm planı var mı? Bilmiyoruz henüz. Devlet vatandaşlarını eşit görecek mi artık? Bunu da bilmiyoruz. Devlet, açılan yolun kesintiye uğramaması için keskin virajları düzeltecek mi? Emin değiliz. Barışa giden uzun yolda bulunan kirlilikleri temizleyecek mi? Şüphe içindeyiz. Bence, hükümet sadece kendi yolunu temizlemekle meşgul şu an. Bu durum demokrasinin önündeki engelleri temizlemeye dönüşecek mi bunu hep birlikte izleyeceğiz ve göreceğiz.
Endişemden de kısaca bahsetmeme izin verin lütfen: Eğer görüşmelerle birlikte daha önce ABD’nin “Daha etkili yöntemler önerdik kabul etmediler” şeklinde ifade ettiği yeni bir konsept devreye konulmuşsa epey hassas olan denge durumu onarılmayacak denli bozulabilir. Durum buysa hükümet kısa vadede kazançlı çıkabilir fakat ülkemiz önemli bir olanağı kaybetmiş olur. Halklar arasındaki uçurum derinleşir. Barış ve çözüme giden yol bir anda acılı ve kanlı bir sürece evrilebilir. KCK ana davasında Kürtçe savunma krizinin sürmesi, Mardin’de Kürtçe savunma yapmak isteyen bir siyasetçiden Kürt olduğunu kanıtlayan belge sunmasının istenmesi, gözaltı ve tutuklama dalgalarının artarak devam etmesi, Nusaybin’de yaşanan son olay ve hükümetin hâlâ sorunun adını “terörle mücadele” ile sınırlama inadı insanın aklına acaba ile başlayan onlarca soruyu getiriyor ne yazık ki.
Şimdi, çözüm ve barışı gerçekten istiyorsak farklı sesleri susturmak yerine seslerinin gür çıkmasını sağlayan araçları yaratmak zorundayız. Siyasetçileri esir alarak, gazetecileri/akademisyenleri/öğrencileri tehdit ederek ve tutuklayarak sorunun çözülmesini sağlayamayız. Bu tutumda ısrar kısa vadede “kazançlı” gözükse de uzun vadede yaraların kangrenleşmesine ve tümden kopuşa sebep olacaktır. Unutmayalım: Ölüm ve kan üzerinden kazanç hesabı yapılamaz. Ölüm tarlasına çevrilen bu güzel coğrafyada barış çiçeğinin açabilmesi için özellikle farklı seslere yani muhalefete ekmek/su/hava gibi ihtiyacımız vardır.
Ermeniler boğazlanıyor hâlâ, Alevilerin evleri işaretleniyor hâlâ, Kürtler her yerde ve her fırsatta öldürülüyor hâlâ, nefret suçları olağan hale gelmişken cezalandırılmıyor hâlâ! Ölüm tarlasını, çoğumuzun özlemini çektiği barış çiçeği tarlasına dönüştürmek için daha kaç ölüm, katliam, yangın, sürgün, esirlik yaşamamız gerekecek? Ya da şöyle sorayım: Temel sorunlarımızı çözmek ve temel insan haklarına kavuşmak için ille de ölmek ve öldürmek zorunda mıyız?

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et