Abdülhamid, AKP ve ecdat sorunu
Başbakan Erdoğan ve onun partisi AKP’nin en fazla yakınlık duyduğu Osmanlı padişahı Abdülhamid’tir. Aslında Abdülhamid’e İslam dinini politikada kullanan dini ve politik akımların hemen hepsi özel bir ilgi duyar. Abdülhamid “yükseliş dönemi” padişahı değil, “çöküş dönemi” padişahıdır. Despotizmi nedeniyle lakabı da “kızıl sultan”dır. Yani kendisine ün kazandıran öyle parlak başarıları yoktur ve kötü ünlüdür. Peki ama bütün bunlara karşın bu özel ilginin nedeni nedir ve bu ilgi nereden kaynaklanmaktadır?
Bu “ilginin” özellikle uluslararası politikayı ilgilendiren –içerdeki gelişmeler bu yazının konusu olmayacak- başlıca iki nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenlerden birincisi Abdülhamid’in büyük devletler arasındaki çelişkilerden Osmanlı İmparatorluğu’nun ömrünü uzatmak için “başarılı bir biçimde” kullanması, ikinci neden ise İslam Dünyası’na karşı Halife sıfatını kullanması bu yolla İslam Birliği politikası izlemesi ve bu politikayı aynı zamanda yeniden güçlenmenin aracı olarak görmesidir.
“Halifeydi çünkü. Son Halife. Son Sultan. Son İmparator. Son Büyük Direnişçi. Eline silah alarak, parmak tetikte; ama silahı asla patlatmadan direnen son büyük muhafız. Son Ada’nın son büyük kalecisi bir başka deyişle. Nüfusu azaltan değil, artıran Sultan...Ve senin gerçek Çanakkale’miz olduğunu ne zaman hakkıyla idrak edeceğiz?” (Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı. s.322. Mustafa Armağan Timaş Yayınları) Abdülhamid’in o çevrelerde nasıl görüldüğünü bu cümleler oldukça çok iyi anlatmaktadır.
Abdülhamid 1876’da tahta çıkmıştır. Osmanlı’nın borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmesi ve Muharrem Kararnamesini yayınlaması ardından Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin kurulması 1881’dir. Abdülhamid’in “eğitim reformları” yaptığı, imar hareketlerinde bulunduğu ileri sürülür. Şimdi onun “eğitim hamlesi” Cemaat tarafından yürütülmektedir. Kuşkusuz konumuz bunlar değil.
Abdülhamid’in büyük devletler arasındaki çelişkilerden yararlanma politikası, AKP’nin uyguladığı dış politika anlayışında karşılığını bulmaktadır. ABD’nin ve NATO’nun üsleri ve askerleri zaten ülkededir. Ama Almanya’dan, Hollanda’dan Patriot’lar getirilip ülkeye yerleştirilmektedir. Halka “ülke savunması” için denmekte, emperyalistlerin üslerini ve çıkarlarını savunmanın asıl amaç olduğu halktan gizlenmektedir. Emperyalist destekle, -sömürgeciler- çelişkilerden yararlanma ile Abdülhamid’in bölünmeyi önleme politikası değil, tersine yayılmacı ve hegemonyacı politikalar izlenmeye çalışılmaktadır. Böylece her türlü iç sorun ve bölge sorunu dünya politikasının bir sorunu haline getirilmek istenmektedir. Ama bu başarılırsa ardından ne gelecektir? Şimdi bunun yanıtı duyulmak istenmemektedir.
Bu gerici, yayılmacı politikalar aynı zamanda İslam’ı kullanarak uygulanmak istenmektedir. “Din kardeşliği, aynı mezhepten olma” –örneğin Güney Kürdistan, Irak’ın ve Suriye’nin Sünnileri için- bolca kullanılmakta, bölgenin Müslüman halkları Türkiye gericiliği üzerinden emperyalizme uşak yapılmak istenmektedir. Irak Federe Kürt Bölgesi’nin yönetimi siyasi, ekonomik ve politik şantajla Türkiye gericiliği ile bölgenin diğer halkları ve Kürtleri aleyhine anlaşmalar yapmaya zorlanmaktadır. Kısacası girilen yol, emperyalizmle işbirliği içinde yayılma ve hegemonya kurma, bölge halklarını birbirine kırdırma yoludur.
Uluslararası politika da “ecdadımız” olumlu anlamda parlak bir üne ve başarıya sahip değildir. Ecdadın bugünkü temsilcilerinin bölgeye ilişkin hevesleri ise ülkeye ve bölgeye çatışma ve çözülme getirmekten başka bir sonuca yol açmayacaktır. Emperyalist çıkarların düğüm olduğu bölgede, halklar açısından çözüm emperyalist, gerici mihraklardan birine yamanmakta –şimdilerde ya Amerika, ya Rusya denmektedir- değil, aralarındaki işbirliğini, ortak mücadeleyi güçlendirmekten geçmektedir. Türk, Kürt, Arap ve Acem halklarını çetin günler beklemektedir.
Evrensel'i Takip Et