Kirvem,
Zaman zaman öncelik sırasına göre tavuk mu yumurtadan, yoksa yumurta mı tavuktan çıktı gibi özüme göre anlamsız, hatta meg parmak daha da ileri gidip söylemek gerekirse eblehçe bir tartışmaya kapı aralayıp, ardından da boş yere nefes tüketiriz.
Aslında o anda üzerinde tartışıp konuştuğumuz “mesele”nin eninde sonunda dönüp dolaşıp tavuk ya da yumurta hikayesine dönüşmesi, yine özüme kalırsa sadece lafı güzaf, sadece lüzumsuz bir laklakıyatın ta kendisi!
Çünkü kutsal kitapların neredeyse hemen hepsi de, Tanrı’nın önce ışık, toprak, su, kısacası “âlem”i, akabinde de Adem Baba’mızla Havva Ana’mızı, yani canlıları yarattığını buyurduğuna göre, demek ki önce kart bir horoz, hemen akabinde anaç bir tavuk ve nihayet bu “ikili”nin belki de şeytana uyup beraberce kim bilir hangi kümeste işledikleri o malum “günah” sonucunda yumurtaların birbirinin peşi sıra peydahlanıp yeryüzüne “cık!” dedikleri ayan beyan ortada!
Peki hal, ahval genellikle bu “inanç” doğrultusunda yürüyüp bu günlere kadar gelmişse, ehh o zaman bu tartışmayı zırt-pırt neden dillendirip dururuz?
Dillendirip dururuz, lastik misali istediğimiz gibi çekip çekiştirerek “asıl mesele”yi, daha da doğrusu üzerinde tartıştığımız “olayın özünü” bir tarafa dehleyip, bunun yerine yumurta-tavuk laklakıyatıyla zaman öldürmeyi nedense sanki bir marifet belleriz!
Nitekim bu bapta illa da yandan çarklı bir benzetme yapmak gerekirse, demem o ki; geçmişte, mazide kalan “eski defterleri” karıştırmayı bir tarafa dehleyip günümüze baktığımızda,  misakımızın millisinde en azından şu son otuz yıldan beri bu ülkede, tıpkı “yumurta-tavuk” hikayesini anımsatan bir meselenin etrafında dolanıp duruyoruz.
Mesela Başbakan Erdoğan’ın geçenlerde altını sabit kalemle çizip söylediğine bakılırsa, ülkemizde “Kürt sorunu yok, Kürtlerin sorunu var.”
Yani?..
Yani Başbakanın buyurduğu bu “ferman”dan anlaşılan o ki, Kürtler “namevcut”ken, dolayısıyla sesleri sedaları çıkmazken, esamileri zaten okunmazken, memleket sathında bu anlamda herhangi bir sorun yoktu, ama Kürtler “durduk yere” mızıkçılık edip “kart-kurt”lu kimliklerini “bertaraf” edip meydanlara çıkınca, sorunlarını, “mesele”lerini de çıkınlayıp sırtlarında getirdiler…
Önceleri tezgah altlarında saklanan, daha sonraları hafif yollu piyasaya sürülen ucuz, kalitesiz kasetler sayesinde cümle alem gibi onların da “ana dil”lerinin varolduğunu ister istemez hem öğrendik, hem de fesuphanallah deyip şaşırdık!
Sonra?..
Sonra “lo, lo, lo” nakaratı eşliğinde çalınıp çığrılan bu türküler kulaklarımızı tırmalayıp “hassasiyet”lerimizi nedense gıdıklarken, beri taraftan bunca güzel isimler dururken yeni doğmuş çocuklarına Berfin, Rojin, Delal, Lezgîn, Baran, Botan, Kejo gibi alışık olmadığımız “tuhaf” adlar koymak için nüfus müdürlüklerinde kuyruğa girenlerin sayısı giderek artınca, bu işte bir “bityeniği” olduğunu, ülkemizi “parça-pinçik” etmeye yeminli “harici ve dahili” düşmanlarımızın yine her zamanki hinlikleriyle alttan alta kimi “dolap”lar çevirmek için sinsice “plan”lar yapmaya kalkıştıklarını, hatta bu gidişata dur denmezse, maazallah yavaş yavaş birlik ve bütünlüğümüzün günün birinde güme gideceğini, dolayısıyla yol yakınken bir an önce tedbir almamız gerektiğine “milli” hasletlerimiz mucibince karar verip işe koyulduk…
Nitekim önce gelsin her biri birbirinin peşi sıra “yassağ”lar manzumesi, gelsin “faili meçhul” cinayetler serisi, gelsin “sıkı, sımsıkı yönetim”lerin gölgesinde keyfi, tepeden inme emirlerle fişlenmeler, işkenceler, sonra da neredeyse tümüyle hapishane diyarlarına dönüşen bir ülke…
“Kürt sorunu yok, Kürtlerin sorunu var.”
Aslında Başbakanımızın buyurduğu bu “ferman” hayli bayat, zira bundan önceki kimi “devletlu” larımız da şu veya bu minvalde “Kürt realitesi”nden dem vurup, bu “realite”nin sorunlarına derman olmak için sözde kolları sıvadılar ama, sonuç hep sıfıra sıfır elde var sıfır noktasında düğümlenip kaldı.
Düğümlenip kaldı, çünkü hesapça ülkenin bu en büyük sorununa yıllardan beri güya çözüm aramak için kolları sıvayan gelmiş geçmiş bilumum etkili, yetkili, etiketli zevatın cemi cümlesi, bu “inkar”cı zihniyetin “milli zincir”inden ne yazık ki bir türlü kurtulamadılar.
Şimdi bunca yılın ardından şu günlerde milletçe “müzakere” denen bir sürece odaklanmış durumdayız, bu sürecin ileride dağ mı yoksa fare mi doğuracağını, ya da “barış”tan yana olan umutlarımızın başka baharlara kalıp kalmayacağını da hep birlikte göreceğiz Kirvem!

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çocukları öğüten çark

Çocukları öğüten çark

Yoksulluğun pençesindeki ailelerin çocukları tüm dünyada acımasızca emek piyasasına çekilirken, Türkiye kapitalizmi bu konuda en önde koşuyor. Çarklar köle koşullarında dönsün diye devlet gücünü seferber etmekten geri durmayan iktidar, milyon milyon işçileştirdiği çocukların da uzun ve ağır çalıştırılmasına, onlarcasının ölüme sürüklenmesine göz yumuyor.

2.3 milyon çocuk MESEM kapsamında günde 8-10 saat çalışıp ustalık belgesi aldı

15-17 yaş grubundaki neredeyse her 4 çocuktan biri çalışma hayatında

71 çocuk 2024'te çalışırken hayatını kaybetti

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
16 Şubat 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et